İngiltere’nin Avrupa Birliği (AB) macerası, yarım asır öncesine dayanıyor.
Birleşik Krallık, o dönem adı “Avrupa Ekonomik Topluluğu” olan AB’ye, 1 Ocak 1973’te katıldı.
Tarihler 23 Haziran 2016’yı gösterdiğinde ise, Birlik’ten ayrılmak için referanduma gitti.
İngilizlerin yüzde 51,9’u, “43 yıldır yaşanan şiddetli geçimsizlik” nedeniyle bu ayrılığa onay verdi.
Ancak İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkma süreci de en az Birliğe girmesi kadar sancılı geçti.
Avrupa Birliğinin İngiltere’siz ilk adımları
Avrupa, uzun yıllar kanlı savaşlara sahne oldu. Fransa ve Almanya, 1870 – 1945 yılları arasında binlerce kişinin hayatını kaybettiği üç büyük savaşa girdi.
Felaketlere “Dur” demek isteyen liderler, kalıcı bir barış sağlanmasının tek yolunun, ülkelerin ekonomik ve siyasi yönlerden birleşmesi olduğu kanaatine vardı. İşte bu karar, bugünkü Avrupa Birliği’nin temelini attı.
1951 yılında Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda’dan oluşan 6 üye ülke, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kurdu.
Böylece, savaşın ham maddeleri olan kömür ve çelik, barış araçlarına dönüştü.
Devletler kendi iradeleri ile egemenliklerinin bir kısmını “ulus üstü bir kuruma” devretti. İngiltere ise atılan bu adımın dışında kalmayı tercih etti.
“Avrupa Topluluğu”
Topluluğa üye devletler, 1957 yılında nefretten doğan ilişkilerini bir adım ileriye götürmeye karar verdi. Kömür ve çelik haricinde diğer sektörlerde de ekonomik birlik kurmak amacıyla, 1957’de Roma Antlaşması imzalandı ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kuruldu.
Ülkeler arasında ekonomik ve sosyal sınırlar tarihe karıştı, malların, iş gücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaştığı ortak bir pazar kuruldu. Artık o, içerisinde pek çok ticaret ve enerji anlaşmasının yer aldığı “Avrupa Topluluğu” olarak anılıyordu.
İngiltere’nin içeri girme savaşı
6 ülkenin attığı başarılı adımların sesi, kıtada hızla yayılmaya başladı.
Yaşananları “tavşan deliği”nin dışından izlemeye daha fazla dayanamayan İngiltere, 9 Ağustos 1961 tarihinde soluğu Avrupa Topluluğu’nun kapısında aldı.
Ancak kapıda İngiltere’yi zorlu bir sınav bekliyordu.
O sınavın adı, Charles De Gaulle’dü…
Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı.
“Emin değiliz ama umutluyuz”
İngiltere’nin eski Başbakanı ve Muhafazakar Parti lideri Harold Macmillan’ın topluluğa üye olma talebi, 14 Ocak 1963’te de Gaulle tarafından reddedildi.
Gerekçe, İngiltere’nin içinde bulunduğu sıkıntılar ve ABD ile yakınlığıydı. Ancak kimilerine göre de Gaulle’ün İngiltere’ye kapısını kapatmasının bir nedeni de topluluktaki dominant dil olan Fransızcanın yerini İngilizcenin almasını istememesiydi.
İngiltere, içinde bulunduğu durum nedeniyle çıkan sonuca hazırlıklıydı. Zira katılma başvurusunun yapılmasına karar verilen o dönemde The Guardian gazetesi, Macmillan’ın şu sözlerine yer vermişti:
“Emin değiliz ama umutluyuz.”
Fransa ile çekişme
Avrupa Topluluğu’nun kapısından boynu bükük şekilde ayrılan İngiltere, yine de vazgeçmedi ve 4 yıl sonra, İşçi Partisi hükümetinin Başbakanı Harold Wilson dönemindeki 1967’de şansını ikinci kez denedi.
Ancak Fransa da en az İngiltere kadar kararlıydı ve ülkeye bir kez daha çıkışın yolunu gösterdi.
1969’da Gaulle’ün cumhurbaşkanlığı koltuğunu bırakması ve Fransa’daki siyasi atmosferin değişmeye başlamasıyla birlikte, İngiltere için yeni bir umut ışığı doğdu.
4 yıl sonra, 1 Ocak 1973’te İngiltere, Muhafazakâr Parti Hükûmeti Başbakanı Edward Heath ile takımın bir parçası olmayı başardı.
Ancak İngiltere medyası bu zafere kuşkuyla yaklaşıyordu.
İngiltere’de Avrupa Topluluğu’nun bir parçası olmaya karşı çıkan ciddi bir kesim vardı.
Onlara göre topluluk, Almanya ile Fransa arasındaki sorunun çözümü için kurulmuştu. Ayrıca İngiltere’nin yetkilerinin, üye devletler tarafından üst bir merciye devredilmesi de kesinlikle yanlış bir karardı.
1975’te ilk Brexit oylaması
1970’lerde İngiltere’de enflasyonun yükselmesi ve petrol krizi nedeniyle oluşan ekonomik buhran, ülke tarihinin ilk Brexit oylamasının kapısını açtı.
1975 yılında üyeliğe devam edip edilmemesi konusunda yapılan ilk referandumda halkın yüzde 67’si, Avrupa Topluluğu’nun bir parçası olarak kalma yönünde oy kullandı.
Ancak İngiltere’de “Avrupa şüpheciliği” hız kesmeden genişliyordu. Ülke, Avrupa Topluluğu’nun “geçinilmesi zor ortağı” olmakla ün salmaya başlamıştı.
“Demir Leydi” döneminde İngiltere’nin para savaşı
1975 Brexit referandumunda üyelikte kalmanın en sert savunucularından biri olan Margaret Thatcher, 1980’de başbakan olduğu ve “Demir Leydi” olarak ün saldığı dönemde, Avrupa Topluluğu’na karşı bir duruş sergiledi.
1984 yılında Thatcher’ın Avrupa Topluluğu’na verdiği mesaj, taraflar arasındaki gerilimi yeniden yükseltti.
Thatcher, İngiltere’nin Avrupa Topluluğu’nun bütçesi karşısında haksızlığa uğradığı görüşünü savunuyordu. Ona göre ülke, üye devletler arasında en fakiriydi ama en çok vergiyi de o ödüyordu.
İlerleyen yıllarda İngiltere, topluluk bütçesine olan katkıda indirim aldı ancak Avrupa karşıtı sesler ülke çapında yükselmeye devam etti.
Bugünkü Avrupa Birliği’nin doğuşu
1992 yılında Hollanda’da imzalanan ve 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması ile Avrupa Topluluğu, Avrupa Birliği (AB) adını aldı ve yeni bir hukuksal yapıya girdi. Anlaşma kapsamında hukuksal ve parasal birlik, ortak dışişleri ve güvenlik politikası, adalet ve içişlerinde iş birliği konularında yeni adımlar atıldı.
1997 yılında Tony Blair döneminde, İngiltere Avrupa Birliği’ne karşı daha ılımlı bir politika yürüttü. Blair, Birliğin para birimi euro dışında kalan İngiltere’nin bir geçiş yapabileceğinin sinyallerini verse de hazinenin sunduğu rapor, ülkenin böyle bir geçişe hazır olmadığını gösterdi.
İkinci Brexit referandumuna açılan kapı
Başbakan David Cameron’ın başbakanlığı döneminde İngiltere-AB ilişkileri yeniden ciddi biçimde sorgulanmaya başlandı. ABD ile yakın ilişkiler kurulması, euro’ya geçişin kabul edilmemesi ve mali sistemde Avrupa’dan farklı hareket edilmesi gibi nedenlerle İngiltere’de Avrupa şüpheciliği giderek arttı.
Tüm bunların üzerine Cameron, Mayıs 2015’te yapılacak genel seçimleri Muhafazakâr Parti’nin kazanması durumunda, Avrupa Birliği üyeliğinin referanduma götürüleceğini açıklayarak, bu tartışmaları ileri bir boyuta taşıdı.
2015 seçimlerinden Muhafazakar Parti’nin galip çıkmasıyla Cameron, AB ile müzakerelere başladı ve 23 Haziran 2016’da Brexit referandumuna gidildi.
İngiltere, referandumla yüzde 48’e karşı yüzde 52 oyla AB’den ayrılma kararı alarak, 29 Mart 2017’de de Lizbon Anlaşması’nın 50. maddesine göre ayrılık sürecini resmen başlattı.
Boşanma davasında velayet savaşı: Kuzey İrlanda
Ülkeyi Brexit’e götüren Başbakan Cameron, referandumun sonuçlanmasının ardından istifa etti ve ondan boşalan başbakanlık koltuğu, Theresa May’e kaldı.
May, AB ile 2 yıl sürecek müzakerelere başladı ve İngiltere’nin AB’den boşanma tarihi 29 Mart 2019 olarak belirlendi.
Ancak AB ile İngiltere’nin çıkış anlaşmasında uzlaşamaması nedeniyle çıkış tarihi 31 Ekim 2019’a ertelendi.
Çıkış anlaşmaları kendi kabinesinde bile ağır tepkiyle karşılanan Theresa May aylar süren kaosun ardından istifa etti ve ülke tarihinin en kritik sürecini yürütme görevi, eski Dışişleri Bakanı ve yeni başbakan Boris Johnson’a verildi.
Çıkış için son düzlük
Johnson, Brüksel ile yeni bir anlaşma yapmak üzere yeniden masaya oturdu. Aylar süren pazarlıkların ardından taraflar, bir ayrılık aşaması üzerine uzlaşma sağladı.
Kraliçe 2. Elizabeth tarafından onaylanan anlaşma, AB yetkilileri ve Boris Johnson tarafından imzalandı.
Varılan anlaşmaya göre, İngiltere AB’ye yaklaşık 30 milyar sterlin ödeyecek, İngiltere’de yaşayan AB vatandaşlarının haklarını garanti altına alacak ve İrlanda Denizi’nde bir gümrük noktası oluşturulacak.
İngiltere, 2020 sonuna kadar devam edecek geçiş süreci boyunca ise Brüksel’in kurallarına tabi olmayı sürdürecek.
Geçiş sürecinde taraflar gelecekteki ilişkilerini düzenleyecek kapsamlı bir anlaşmaya ilişkin müzakere yürütecek.
Müzakerelerde ticaretin yanı sıra balıkçılık, havacılık, ilaç ve güvenliğe kadar her konu ele alınacak. AB, tüm bu konularda bir yıldan az bir sürede anlaşmaya varmanın imkansız olduğunu savunarak sürenin 2022’ye kadar uzatılmasını istiyor.
Ancak İngiliz yetkililer, müzakerelerin 2020 sonuna kadar tamamlanmasında ısrar ediyor. Eğer, bir anlaşmaya varılamazsa iki taraf arasındaki ticari ilişkiler, Dünya Ticaret Örgütü kurallarına göre yürütülecek.
Çizim: Hafize Yurt