Cumhurbaşkanı Akıncı, AA’ya konuştu

Cumhurbaşkanı Akıncı, AA’ya konuştu

Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Rum tarafının Türk tarafıyla bir anlayış birlikteliği sağlaması durumunda Ada’nın çevresindeki doğal zenginliklerden faydalanma imkanı bulabileceğini ancak güneydeki yönetimin bu yöndeki önerilerini halen kabul etmediğini söyledi.

Akıncı, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda AA muhabirinin sorularını yanıtladı.
Cumhurbaşkanı Akıncı, Rum yönetiminin Ada’nın çevresindeki doğal kaynakları tek taraflı olarak işletme ısrarıyla ortaya çıkan gelişmeleri, Kıbrıs meselesinde uluslararası topluma düşen sorumluluğu ve Yunanistan’da genel seçimi kazanan Kiriakos Miçotakis’le ilgili beklentileri değerlendirdi.

Soru: Kıbrıs sorununda adil bir çözüme ulaşmak adına uzun zamandır çaba sarf ediyorsunuz. Arkalarındaki uluslararası destek ve küresel sermayenin enerji yatırımları için Ada’nın güneyinde yaptığı girişimler dikkate alındığında Rumların çözüme ikna olmak için nedenleri var mı? Sizinle uzlaşmamaları Rumlara ne kaybettirir?

Cevap: Rum tarafının 1963’te aslında bir ortaklık devleti olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tek başlarına sahiplenmeleri daha o günlerde önemli bir motivasyonu ortadan kaldırdı. Yani Rumları “Siyaseten niye bir çözüm olsun? Biz zaten Ada’nın tek tanınmış devletiyiz.” noktasına getirdi. Yıllarca da böyle devam etti. Bununla da tatmin olmadılar. Yunanistan’daki Albaylar Cuntası, Nikos Sampson gibi iş birlikçileri aracılığıyla burada bir darbeye yöneldi. Ada’yı tamamen bir Yunan Adası haline dönüştürmek için ENOSİS hedefiyle hareket ettiler. Bu 1974’te haklı olarak Türkiye’nin müdahalesini getirdi ve onlar açısından bazı kayıplar da beraberinde getirdi. Sonuçta kuzeyde otonom yönetim, Kıbrıs Türk Geçici Yönetimi derken Kıbrıs Türk Federe Devleti ve nihayetinde KKTC olgusunu yarattı. Tanınır ya da tanınmaz burada bir devlet var. Bu devletin daha iyiye gitmesi için uğraşlar var. Ekonomisiyle ve demokrasisiyle daha sağlam bir yapıya kavuşmamız için bu mücadele devam ediyor. Yıllar önce böyle bir şey yoktu. Rumların kendi hatalarıyla ortaya çıkmış bir durumdur bu. Olaya pozitif olarak bakarsak, barıştan ve iş birliğinden tüm tarafların kazançlı çıkacağı bir ortam var ama bunu sadece benim ya da Türkiye’nin sürekli tekrar etmesi yeterli değil. Uluslararası aktörlere çok büyük görev düşüyor. Bölgede istikrar, barış ve tüm tarafların kazançlı çıkabileceği formüller mümkün ama bunun altını sürekli çizmesi gereken Avrupa Birliği’dir, Birleşmiş Milletlerdir’dir. Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve bunun gibi diğer aktörlerdir. Ama Rumların arkaları şimdi olduğu gibi sıvazlanmaya devam ederse, onlara “Bu sizin egemenlik alanınızdır, kimse buna müdahale edemez, buyurun yapın.” derlerse olmaz. Malum, AB üyeliğine, Ada bölünmüş bir vaziyetteyken haksızlık ederek (tek başına Rumları) aldılar. (Annan Planı’na) Yüzde 65 evet diyen Türk toplumu dışarda kaldı, yüzde 75 hayır diyen toplumu içeri aldılar. Üstelik uluslararası hukuka rağmen (tek sahibi gibi) aldılar. Haliyle Rumların pek bir isteği ve teşvik unsuru kalmaz. O nedenle sürekli olarak altını çizdiğimiz birkaç nokta var. Birisi, muhtemel çözümün pozitif yönünü gösteriyoruz. Ben her zaman barışın, huzurun ve uzlaşmanın herkese kazanç getireceğine dair bir perspektif gözetmeye ve göstermeye çalışıyorum. Aksi durum, gerginlik ve tırmanma demektir. Bugün Doğu Akdeniz’de yaşadığımız gibi. Bir anlayış birlikteliği sağlanırsa Rumlar bundan ne kazanacak? Şu anda denizin binlerce metre altında bulunan zenginlikler, su yüzüne çok daha rahat çıkabilecek. Belki Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerin de bu denklemin içerisinde bir oyuncu olduğunu anladıklarında çok daha pratik, hızlı ve kestirme yollarla söz konusu zenginlikler uluslararası pazarlara ulaşabilecek. Gerginlik demek, yeni silahlanmalar ve daha büyük masraflar demektir. Halbuki o olmadığı zaman kaynaklarınızı sağlığa, eğitime ve gençlerin geleceğine yatırabilirsiniz. Bundan herkes kazançlı çıkar. Yunan halkı da Kıbrıs Rum halkı da kazançlı çıkar.

1964’de buraya BM Barış Gücü 3 aylığına geldi. Yarım yüzyılı aşkın bir süre geçti ve hala BM Barış Gücü burada. Onlar da statükonun bir parçası haline gelmemelidir. BM Barış Gücü’nün buradaki varlığı, Rumlara statükonun devam edebilmesi için bir rahatlık alanı sağlamamalıdır. Bütün bu saydığım unsurları dikkate aldığımızda, eğer uluslararası aktörler de bu konuda oynamaları gereken rolü oynarlarsa Rumlar açısından da bir çözümün gerekli olduğu daha kolay anlaşılacaktır. Negatif yanlarının ötesinde ben her zaman bu olumlu yönleri öne çıkarmayı hedefliyorum. Çözümden barıştan dolayı kaybeden olmaz. Bunun kazananı çok olur. Rumların bunu idrak etmesi gerekiyor. Rumlara bunu, uluslararası aktörlerin de yardımıyla anlatmamız lazım. Dilerim Sayın (Yunanistan Başbakanı Kiriakos) Miçotakis de meselenin en yakın taraflarından biri olarak onlara bu doğrultuda yardımcı olur.

Soru: Sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri nedeniyle Türk tarafını gerilimi tırmandırmakla suçlayan uluslararası aktörler var. Bu tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap: Biz, öteden beri Rum tarafına madem ki bu doğal zenginliklerin hepimizin olduğunu kabul ediyorsunuz, geliniz bu konuyu konuşalım ve bu konuda ortak bir komite kuralım diyoruz. Burada bir tereddüt yok. Kıbrıs Rumları da bunu söylüyor, Amerikalısı da, Avrupalısı da, herkes bunu söylüyor. Ama iş pratiğe dönüştüğünde söyledikleri şu: “Kıbrıs Cumhuriyeti var.” Ama Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek ayaklı olduğunu görmezden geliyorlar. Bizim oradaki ortaklık hakkımızı unutuyorlar. Sanki bu cumhuriyet tek başına Rumlara aitmiş gibi. Doğu Akdeniz’deki sular sadece onların egemenlik alanıymış gibi, altındaki zenginliği de araştırarak, gün yüzüne çıkarıp satıp gelir elde etme hakkını Rumlara bahşediyorlar. Biz diyoruz ki, hayır, bu hepimize ait ve ortak. O halde gelin bunu planlama aşamasından, su yüzüne çıkarıp satış aşamasına kadar konuşalım. Bir komite kuralım. Ben cumhurbaşkanı olmadan önce de, benden önceki başkanlar döneminden yani 2011’den beri bir ortak komite kurma önerimiz masada duruyor. Ben bunu daha sonraki aşamalarda tekrarladım. Bir türlü olmadı. Bu konuyu konuşamıyorsan nasıl diyalog kuracaksın ve uzlaşma sağlayacaksın. Bunun üzerine biz de, “Eğer bir komitenin kurulması konusunda bir uzlaşma sağlayamıyorsak o takdirde bize bir tek yol kalıyor. Nedir o? Türkiye, kendi kıta sahanlığıyla ilgili iddia sahibi. Rum tarafı da kendi iddiasını ortaya koyuyor. KKTC olarak bizim de haklarımız var. Siz (sismik) araştırma yapıyorsanız, biz de yapacağız. Eğer siz kazı yapıyorsanız biz de yapacağız. Bunu defalarca söyledik. Son yıllarda sayısını bilmiyorum, defalarca bunu söyledik. Fiilen bu konuda uygulamaya geçene kadar bizleri hiç tınmadılar. Tekrar ediyorum, bizim hedefimiz Doğu Akdeniz’de gerginlik, zıtlaşma ve çatışmaya kadar gidecek bir ortam yaratmak asla değildir. Türkiye’nin defalarca açıkladığı gibi, biz bölgede barış, huzur, istikrar ve iş birliği istiyoruz. O halde doğalgaz alanında uzlaşmamız gerekiyor. Madem ki, prensip olarak bunun her iki topluma da ait olduğu kabul ediliyor. O zaman bu işi bir komite çerçevesinde konuşarak, uzlaşmamız lazım. Bunun çeşitli yolları vardır, yeter ki niyet edilsin.

Soru: Peki Rum kesiminden hidrokarbon kaynaklarının eşit paylaşımı konusunda olumlu bir cevap bekliyor musunuz? Bu yönde bir umudunuz var mı?

Cevap: Bu kadar yıldır böyle bir cevap gelmedi. Ancak önümüzdeki sürece ilişkin olarak, Sayın Anastasiadis’le bugün yaptığımız telefon görüşmesinde gayrı resmi şekilde buluşmayı konuştuk. Elbette konuşacağımız önemli konulardan biri yine bu hidrokarbon kaynakları meselesi olacak.

Soru: Doğu Akdeniz’de tansiyonun yükseldiği bir dönemde, Yunanistan’da seçimden tek başına iktidar kuracak bir zaferle çıkan Kiriakos Miçotakis’in iktidar yolu açıldı. Miçotakis’in kuracağı yönetimden umutlu musunuz? Yunanistan’ın yerleşik politikalarında olumlu bir değişim bekliyor musunuz?

Cevap: Umarım olur, bu herkes için iyi olur. Sanıyorum Miçotakas’i ilk tebrik eden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu. Bu iyi bir jest oldu, umarım bunun olumlu anlamını alırlar ve bundan sonraki ilişkilere de bu yansır. Çünkü bu coğrafyayı değiştiremeyiz. Bu adada hem Kıbrıslı Türkler hem de Rumlar birlikte yaşayacağız. Birlikte iki kurucu devlet yapısıyla bir yolunu bulup, bir çözüm altında siyasi eşitlik, güvenlik ve özgürlüğün olacağı bir formülde buluşmamız lazım. Aynı şekilde Türkiye ile Yunanistan’ın coğrafyasını da değiştirmek mümkün değil ve bu iki coğrafyada halklar da aslında birbirlerini şimdi tanımadılar, yüzyıllardır yaşıyorlar. İlişkilerin iyi olduğu dönemde her iki taraf da bundan kazançlı çıktı. En somut örneklerden biri, Yunanistan’ın ekonomik krizinin aşılmasında, Yunan adalarını ziyaret eden Türk turistlerin yaptığı katkıların payıdır. Bu Yunanlar tarafından da kabul ediliyor. Şu bir gerçek, nasıl ki Kıbrıs, Türkiye’den bakıldığında bir milli dava olarak görülüyor, Rumlar da Yunanlılar da bunu bir milli dava olarak görüyor. Nasıl ki bir Türk yetkili göreve geldiğinde ilk durağı KKTC oluyor, Miçotakis de önümüzdeki iki hafta içinde ilk Güney Kıbrıs’ı ziyaret edecek. Ama Miçotakas’in Aleksis Çipras’a oranla bir avantajı var, tek başına geldi. Dolayısıyla bu kendisine yeni bir imkan tanıyor. Adım atmak isterse diğer küçük ortakların etkisinde kalmadan, daha rahat bir ortam yaratıyor. Ben ancak temennimi söyleyebilirim. Sayın Miçotakis, Türk-Yunan ilişkileri ve Kıbrıs sorununa yeni bir bakış açısı getirirse, iki ulusun yan yana ama iş birliği içerisinde gelişmelerini hedef yaparsa, bu her iki halk için bu çok büyük yararlar getirecektir diye düşünüyorum. Zaten Çipras ile Erdoğan görüşmelerinde bunun bazı altyapıları da yapıldı. Bunun devamının gelmesini temenni ederim. Miçotakis’in Kıbrıs’a da baktığında burayı bir Elen Adası olarak değil, adadaki Kıbrıslı Türklerin de en az Kıbrıslı Rumlar kadar hak sahibi olduğunu, siyasi eşitliğin her koşul altında olmazsa olmaz olduğunu Rum yönetimine de telkin ederse, bunun da ötesinde geçmişte Ada’nın her iki halkı acıları paylaştı, bundan sonra ise nimetleri paylaşsın noktasından hareket ederse ve özellikle doğalgaz olayını bir gerginlik unsuru olmaktan çıkarılıp bir iş birliği alanına dönüşmesine yardım ederse hem Miçotakis hem de Yunan halkı ve Kıbrıs Rumları için olumlu bir iş yapmış olur diye düşünüyorum.

Soru: Güven artırıcı önlemler çerçevesinde yeni bir uygulamaya geçtiniz. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) lideri Nikos Anastasiadis ile vardığınız uzlaşı çerçevesinde mobil hatlar adanın her iki kesiminde kullanılmaya başladı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Cevap: Bu uygulama, 2015’te göreve gelmemizden bir ay sonra kararlaştırdığımız bir dizi güven artırıcı önlemin belki de en önemlilerinden biriydi. İki geçiş kapısının açılması bunlardan biriydi ve o gerçekleşti. Elektrik şebekelerinin kalıcı olarak birbirine bağlanması da gerçekleşti ama cep telefonlarıyla ilgili aldığımız karar bir türlü hayata geçememişti. Bununla ilgili Rum tarafı, çeşitli pürüzler öne sürüyordu ancak bugünkü şartlarda uygulanabilir olan, Avrupa’daki bir merkez üzerinden bu iletişimin sağlanmasıydı. Çünkü iki tarafın birbirini tanıma sorunu var. Çok kolay ve pratik birleşebilecek hatlar, maalesef Avrupa üzerinden birleşti ama sonuçta oldu. Bunun önemi şu, bu Ada’da 2003 Nisan ayından beri karşılıklı geçişler var. O günden beri kuzeyden güneye giden ya da güneyden kuzeye geçenler, ceplerindeki mobil telefonla evleriyle konuşamıyordu. Dünyanın en ücra köşesine bile gittiğinizde cebinizdeki telefonla evinizle irtibatı sağlayabiliyorsunuz ama bu adada sınırın diğer tarafına geçince irtibat kayboluyordu. Önemi son derece açık. Dolayısıyla bunu sağlayabilmiş olmaktan son derece memnunum. Bu iki toplum arasındaki iletişimi daha da artıracaktır. İletişim geliştikçe, umarım aradaki güvensizlik de daha alt sınırlara düşecektir.

Soru: Gelecek yıl KKTC’de yapılacak cumhurbaşkanı seçiminde aday olmayı düşünüyor musunuz?

Cevap: Aslında bizde cumhurbaşkanlığı seçimi çok erken gündeme geldi. Ben şu anda önemli bir görev ifa ediyorum. Az önce konuştuğumuz meseleler gündemimizde. Rum liderle yeniden buluşmamız söz konusu. BM Genel Sekreteri’nin danışman olarak atadığı Jane Holl Lute yine bölgeye gelebilir. Onun da ötesinde eylül ayında BM Genel Kurul çalışmaları var. Biz de geleneksel olarak her eylül ayında oralardayız, BM Genel Sekreteriyle buluşuruz. Dolayısıyla gündem bu kadar yoğunken, onun da ötesinde halkımıza verdiğimiz sözlerin gereklerini yerine getirmek için son güne kadar çalışma yönünde yoğun bir programımız varken, seçimden 10 ay önce adaylık konularını gündeme taşımanın toplumumuzu farklı şekilde meşgul edecektir diye değerlendiriyorum. Her şey zamanı gelince değerlendirilir, gereken kararlar alınır ve halkla paylaşılır. Benim şu anda gerçekten gündemim seçim değil. Ama bu görevde olmayan ve adaylığı düşünen arkadaşlarımızın bunları gündeme taşıma arzuları olabilir. Ona da saygım var. Ancak benim konumum bu ve bu şekilde görevimi son güne kadar yapmak arzusundayım.

(BRT/TAK)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir