Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen 2. İstanbul Uluslararası Ombudsmanlık Konferansı’nda konuştu.
Bugün aramızda bulunan ve dünyanın dört bir yanından programı teşrif eden ombudsmanlar ile muadili kuruluş temsilcilerine Türkiye’ye ve İstanbul’umuza hoş geldiniz diyorum. İstanbul Uluslararası Ombudsmanlık Konferansının ikincisinin tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Yine bu program çerçevesinde gerçekleştirilecek Asya Ülkeleri Ombudsmanları Genel Kurulu ile İslam Ülkeleri Ombudsmanları Genel Kurulunun da başarılı geçmesini temenni ediyorum.
Nüfusun arttığı, devlet mekanizmalarının işleyişinin karmaşıklaştığı bir dönemde düzenlenen konferansımızın temasının “iyi yönetim ilkeleri” olarak belirlenmiş olmasını isabetli buluyorum.
“Halkının sahip çıktığı bir ülkeyi hiçbir gücün ve etkinin yıkabilmesi mümkün değildir”
Millet olarak bu konuda çok güçlü bir birikime sahibiz. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig, Nizamülmülk’ün Siyasetname, Koçi Bey’in Koçibey Risalesi, İbn-i Haldun’un Mukaddime gibi eserleri, devlet yönetimi konusunda dönemlerinin çok ilerisinde mesajlara sahiptir.
Bugünün dünyasında da vatandaşıyla güçlü bağlar tesis edemeyen devletlerin, iç ve dış müdahalelere karşı çok daha korunmasız kaldığını görüyoruz. Halkının sahip çıktığı bir ülkeyi, hiçbir gücün ve etkinin yıkabilmesi mümkün değildir. Buna karşılık kendi insanının sesine kulak vermeyen, sıkıntılarına çözüm yolu aramayan, tam tersine itirazları hoyratça bastırmaya çalışan devletler, çok büyük acılar ve yıkımlarla karşılaşabiliyor. Özellikle bölgemizde, bu vahim hataya düşen pek çok devlet ve yönetim var.
“Dimdik ayakta kalmayı ve gücümüzü sürekli artırmayı başardık”
Türkiye’nin farkı, tarihi tecrübelerinden süzülüp gelen bir ferasetle, devlet ile millet arasındaki güçlü bağa sıkı sıkıya sahip çıkmasıdır. Bu sayede, yıllardır terör örgütlerinin saldırılarından ekonomik tuzaklara kadar pek çok tehditle yüzleşmemize rağmen, dimdik ayakta kalmayı ve gücümüzü sürekli artırmayı başardık.
Dünyanın en büyük ve en uzun süreli devletlerinden olan Osmanlı’nın manevi kurucusu diyebileceğimiz Şeyh Edebali’nin, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünü düstur edindik. Rabbimiz bize, “iyiliği emreden, kötülükten men eden” bir inanç üzere yaşamamızı öğütlüyor. İnsan merkezli olmayan; iyilik yapmayı, kötülükten sakınmayı, dosdoğru olmayı hedeflemeyen her yapının ve her anlayışın, eninde sonunda yıkılmaya mahkum olduğunu hiç unutmadık.
“Milli iradenin üstünlüğü ilkesini demokrasimizin merkezine yerleştirdik”
Hem bireylerin, hem toplumun iyiliği için gereken işleyişi kurmak ve sürdürmek, devlet idaresinin en başta gelen görevidir. Türkiye olarak, özellikle de son dönemde hayata geçirdiğimiz köklü reformlarla, önce geçmişte yapılan hataları ve eksikleri giderdik. Bununla kalmadık, gerçekleştirdiğimiz yönetim sistemi değişikliğiyle, milli iradenin üstünlüğü ilkesini demokrasimizin merkezine yerleştirdik.
“Bu yaklaşımla hayata geçirdiğimiz pek çok uygulama vardır”
Milletimizin, kamu kurumları karşısındaki hak arayışını ne kadar çoğaltır, çeşitlendirir ve etkinleştirirsek, devletimizin o derece güçlü olacağına inanıyoruz. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun açılmasından, Cumhurbaşkanlığımız bünyesindeki CİMER ve belediyelerde çeşitli isimlerle faaliyet yürüten birimlere kadar, bu yaklaşımla hayata geçirdiğimiz pek çok uygulama vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde ihdas ettiğimiz Kamu Denetçiliği Kurumu, diğer adıyla ombudsmanlık da, yine bu anlayışın bir ürünüdür.
“Kamu kurumu yöneticilerinin vatandaşımızın sesine duyarsız kalması söz konusu bile olamaz”
Gelişen teknoloji ve iletişim imkanları da, bireylerin ve örgütlü grupların seslerini her seviyede duyurabilmelerine imkan sağlıyor. Kamu kurumu yöneticilerinin hangi kanaldan gelirse gelsin, vatandaşımızın sesine duyarsız kalması söz konusu bile olamaz. Her fırsatta şehir ziyaretleri ve vatandaşlarımızla bir araya geldiğimiz programlar vesilesiyle halkla doğrudan teması güçlü bir Cumhurbaşkanı olarak, böyle bir duyarsızlığa en başta biz izin vermeyiz. “Haksızlık karşısında susmayı dilsiz şeytanlık” olarak gören bir medeniyetin mensuplarının, başka türlü hareket etmesi de zaten söz konusu olamaz.
“Devlet ile millet arasındaki bağı güçlendirecek adımlar atmaya devam edeceğiz”
Kamu imkanlarını, belirli güç odaklarının tekelinden çıkartıp milletimizin emrine verdikçe, içeride ve dışarıda çok daha emin adımlarla yürüyebilen bir ülke haline geldik. İnşallah önümüzdeki dönemde, devlet ile millet arasındaki bağı çok daha güçlendirecek adımlar atmaya, uygulamaları hayata geçirmeye devam edeceğiz.
Bizden sonraki nesillere emanet ettiğimiz 2053 ve 2071 vizyonlarımızın en önemli unsurlarından biri de işte bu sağlam altyapı olacaktır. Dost ve kardeş ülkelerin de aynı yoldan giderek, sadece mevcut sorunlarını aşmakla kalmayacaklarına, aynı zamanda geleceğe iftihar verici bir miras bırakacaklarına da inanıyorum.
“İdare-i maslahatta ısrar, halka zulmetmektir”
Türkçemizde “idare-i maslahat eylemek” diye bir söz vardır. Anlam yelpazesi geniş olmakla birlikte, bu sözün konumuz bakımından özetini “var olan durumu sürdürmek” şeklinde ifade edebiliriz. Tabi buradaki var olan durumdan kasıt, genellikle insanların şikâyet ettiği, değişmesini istediği uygulamaların sürdürülmesidir.
Şikayetlerin çoğaldığı bir yerde idare-i maslahatta ısrar ise, halka zulmetmektir. Bizim milletimiz, “zulümle abad olanın akıbeti berbad olur” der. Hak ve adalet temelli her itirazın, kamu nezdinde karşılık bulması, zulmün önüne geçecek en önemli yöntemdir. “Hikmet-i hükümet” dediğimiz, yaptıkları sorgulanamayan, kerameti kendinden devlet yönetimi artık geride kalmıştır.
Bunun yerine, hukuka ve insan haklarına dayalı, güvenilir ve şeffaf devlet yönetimi genel kabul haline gelmiştir. Konferansımızın konusu olan “iyi yönetim” işte bu yaklaşımı ifade ediyor.
Modern yönetim anlayışının özünü oluşturan “bireyi devlet karşısında koruma” hassasiyeti, sınırları iyi bir şekilde belirlenmesi şartıyla, kesinlikle doğru bir ilkedir. Kanunlara uyulması, ayrımcılığın önlenmesi, ölçülülük, eşitlik, tarafsızlık, dürüstlük, nezaket, şeffaflık, kazanılmış haklara saygı, bilgi edinme hakkı, savunma hakkı, kararların gerekçeli verilmesi, karşı başvuru yollarının belli ve açık olması, kişisel verilerin korunması gibi ilkelere kim, niye itiraz etsin ki?
Buradaki sorun, kendi içinde bu sistemi devlet-birey dengesi gözeterek kuran Batılı ülkelerin, diğer ülkeler söz konusu olduğunda, tamamen bireyci bir dayatma içine girmesidir.
“Demokratik kurumlarını oturtmuş bir ülke, bu konuda yüksek standartlar koyabilir”
Demokratik işleyişi yeterince oturtamamış ülkeler, kendi içlerindeki eksiklerinin mahcubiyetiyle, bu tür dayatmalara ya boyun eğmekte ya da refleks olarak tam tersi uygulamalara yönelmektedir. Bir başka tartışma da, iyi yönetim uygulamalarının, her ülkenin kendi tarihi, sosyal ve kültürel birikimi ile güvenlik ihtiyaçlarına göre değişip değişmeyeceğidir.
Güvenlik sorunlarını çözmüş, refah düzeyini yükseltmiş, demokratik kurumlarını ve pratiklerini oturtmuş bir ülke, elbette bu konuda çok yüksek standartlar koyabilir. Tüm bu konularda hala ciddi sıkıntılar içinde kıvranan bir ülkeyi aynı kriterlerle değerlendirmek ise, tartışmanın yapıcı bir zeminde sürmesini engelliyor.
Üstelik, güya demokraside ve özellikle de insan haklarında en ileride gözüken kimi ülkelerin, en küçük bir kriz durumunda nasıl süratle despotlaşabildiklerini de görüyoruz. Dolayısıyla, iyi yönetim tartışmalarının, idealler ve imkânlar çerçevesinde yürütülmesi gerekiyor.
“70 yıllık çok partili demokrasi tecrübemiz var”
Türkiye, devlet geleneğinde zaten varolan tecrübeler ışığında, bu bakımdan en az sorun, sıkıntı yaşayan ülkelerden biridir. Tüm aksaklıklarına rağmen neredeyse 70 yıllık çok partili demokrasi tecrübemiz var. Anayasamızın 40’ıncı maddesi başta olmak üzere, bu konuda pek çok emredici düzenlemeye sahibiz. Hukuk külliyatımızda da devlet-vatandaş ilişkilerinde bireyi önceleyen oldukça hacimli bir içtihat birikimi vardır. Avrupa Birliği ve diğer uluslararası kuruluşlarla ilişkilerimizde üstlendiğimiz yükümlülüklerle de bu çerçevede önemli kazanımlar elde ettik. Daha da önemlisi, uygulamadaki sorunların çözümü konusunda da her türlü iradeyi samimiyetle ortaya koyan ve mesafe kat eden bir yönetim işbaşında bulunuyor.
Bu hususların üzerinde, demokrasi, hukuk devleti, insan hakları ve iyi yönetim ilkeleri doğrultusunda samimi gayret gösteren ülkelere haksızlık yapılmaması gerektiğini belirtmek için duruyorum.
Mesela Avrupa İyi Yönetim Yasası, birliğin kuruluşundan neredeyse yarım asır sonra, 2001 yılında çıkartılmıştır. İyi yönetim konusunda samimi çaba gösteren ülkeleri, güçlerini aşan dayatmalar yerine, işlerini kolaylaştıracak formüllerle desteklemenin, herkes için çok daha doğru olacağına inanıyoruz.
“Sadece sınırları geniş veya parası çok devlet “büyük” sıfatını hak edemez”
Dikkat edilirse, iyi yönetim dediğimiz meselenin özünde, aslında insana, onun doğuştan gelen haklarına saygı gösterilmesi vardır. Sadece sınırları geniş veya parası çok devlet “büyük” sıfatını hak edemez. Büyük devlet, fert fert yönetimi altındaki tüm insanların güvenliğini, huzurunu, mutluluğunu sağlayabilen devlettir. İyi yönetim ilkeleri dediğimiz başlıkların her biri de işte bu amaca yöneliktir.
Şayet bireylerin güvenliğine, huzuruna, mutluluğuna yönelik tehditler bizzat devletten geliyorsa, işte orada büyük sıkıntı var demektir. Dünyanın pek çok yerinde yaşanan iç savaşların, kargaşaların, kaosların, insani krizlerin çoğunun gerisinde bu çarpıklık vardır.
“Hayır siz bir numara değilsiniz”
Türkiye, bölgesinde süren insani krizlerin faturasını, hem terör saldırılarına, hem de büyük sığınmacı akınlarına maruz kalarak ödeyen bir ülkedir. Düşünebiliyor musunuz şu an itibarıyla Türkiye, 4 milyon mülteciye ev sahipliği yapan bir ülkedir. Ve AB bize şu ana kadar 3 milyar euro STK’larımıza destek vermiştir. Peki biz ne harcadık? Biz şu ana kadar 40 milyar doları aşkın mültecilere destek verdik, hala da vermeye devam ediyoruz. Dünyanın en güçlüleri çıkıp ne diyor? “Biz bir numarayız” diyor. Hayır siz bir numara değilsiniz.
Dünyada en az gelişmiş ülkelere veya mültecilere en büyük desteği veren ülke Türkiye’dir. Bu benim rakamım değil, OECD’nin de rakamıdır. Türkiye böyle bir ülke.
“Bu insanları asla o varil bombalarına teslim etmeyiz”
Ekonomisi ve yönetim sistemi bizden çok daha ileride olan gelişmiş ülkeler, vatandaşlarının güvenliği ve refahı için kapılarını sığınmacılara kapattı. Biz ise, insani duyarlılığımızın gereği olarak, kapımıza gelen herkese kucak açtık. Ve biz o adeta kesici tel örgülerden geçmeye kalkan o kadınları, erkekleri, kadınları, çocukları gördükçe bizim ciğerlerimiz parçalanıyor. Ama onlarda böyle bir şey söz konusu değil.
Elimizdeki imkânları, barınmadan eğitim ve sağlığa kadar her alanda, yıllardır 4 milyonun üzerindeki mağdur ve mazlum sığınmacıyla paylaşıyoruz. Bizim ülkemizdeki ana muhalefet ise biz bunları tekrar memleketlerine göndereceğiz diyor. Biz varil bombaları altında inleyen, oralardan kaçan bu insanları asla o varil bombalarına teslim etmeyiz. Çünkü biz, yaradılanı yaradandan ötürü sevdik. Ama Türkiye’nin ana muhalefeti eder. Biz insanı seviyoruz. Onun için böyle bir ayrıma girmeyiz.
“Ne kadar terör örgütü varsa, hepsiyle de mücadele halindeyiz”
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışıyla terör örgütlerini kendimizden uzak tutmakla yetinmiyor, bizzat inlerine girip imha ediyoruz. DEAŞ’tan El-Kaide’ye, PKK-YPG’den FETÖ’ye kadar, ülkemizi ve dünyayı tehdit eden ne kadar terör örgütü varsa, hepsiyle de mücadele halindeyiz.
Türkiye tüm bu çabalarıyla, sadece kendi güvenliğini ve huzurunu sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda tüm uluslararası toplumun vicdan borcunu da ödüyor. Son dönemde yaşanan sığınmacı meselesi, pek çok ülkenin başını öne eğecek utanç tablolarıyla doluyken, bizim bu konuda, hamdolsun hep başımız dik, alnımız açık olmuştur.
“Tarih, bu olup bitenlerin hepsini de kayda alıyor”
Aynı şekilde, petrol veya siyasi çıkar için terör örgütleriyle kol kola girmekten çekinmeyen nice devlet varken, biz bu konuda da onurlu duruşumuzu koruyoruz.
Aynı şekilde birileri petrol paylaşımının içinde ‘acaba ne kadar daha petrol çıkartınız?’ Bizim önümüze de bunu getirdiler. ‘Bizim derdimiz petrol değil’ dedik. Bizim derdimiz insan, bu insanları kurtarmak. Petrol veya siyasi çıkar için terör örgütleriyle kol kola girmekten çekinmeyen nice devlet varken biz bu konuda da onurlu duruşumuzu koruyoruz.
Buna rağmen, sözde Ermeni soykırımı gibi iftiralara muhatap olmaktan kurtulamıyoruz. Daha da trajikomik olanı, kendi güvenliğimizi sağlamak için attığımız meşru adımlar sebebiyle yaptırım tehditlerine maruz kalmamızdır. Tarih, bu olup bitenlerin hepsini de kayda alıyor.
“İyi yönetimi sadece kendi vatandaşlarımız değil, tüm insanlık için isteyelim”
Gelecek nesiller bugünleri değerlendirirken, Türkiye’yi de, diğerlerini de, inşallah hak ettikleri yere yerleştireceklerdir. İşte bunun için biz diyoruz ki, iyi yönetimi sadece kendi vatandaşlarımız değil, tüm insanlık için isteyelim. Hakkı, hukuku, adaleti, eşitliği, saygıyı ve diğer tüm ilkeleri, herkes için talep edip hayata geçirmedikçe, hiçbirimiz huzurlu olamayız. Bugün, inşa ettikleri duvarlar gerisinde umarsızca özgürlük ve refah tiyatrosu oynayanlar, yarın sırça köşkleri başlarına indiğinde diğer insanların neler hissettiklerini çok iyi anlayacaklardır. Ama maalesef o gün geldiğinde iş işten geçmiş olacaktır.
İstanbul Uluslararası Ombudsmanlık Konferansının bu yılki teması olan iyi yönetim ilkelerinin bu gözle de konuşulmasını, tartışılmasını diliyorum. Bu duygularla bir kez daha konferansın başarılı geçmesini temenni ediyorum. Ombudsmanlara ve tüm konuşmacılara, iştirakleri ve katkıları için teşekkürlerimi sunuyorum. Konferansın düzenlenmesinde emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
Kaynak: TRT Haber