Cumhurbaşkanı Erdoğan: Filistin topraklarının ilhakı amaçlanıyor

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin genel merkezinde Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasının satır başları şöyle;

Bu hafta, Cezayir, Gambiya ve Senegal’i kapsayan bir Afrika seyahatimiz oldu. Afrika turumuzun ilk durağı olan Cezayir’le tam 5 asırlık tarihi ve beşeri bağlarımız bulunuyor. Oruç Reis’in, Hristiyan istilacılarına karşı yürüttüğü destansı mücadelenin Cezayir’in bir İslam toprağı olarak kalmasında çok büyük payı vardır. Ömrü İlâyı Kelimetullah uğrunda seferden sefere geçen Oruç Reis, 1518 yılında yine Cezayir’i savunurken şehit düşmüştür. Cezayir, Fransa’dan bağımsızlığını yaklaşık 5 milyon evladını şehit vererek kazanmış büyük ve asil bir devlettir. Cumhurbaşkanı Sayın Tebbun’un göreve gelmesinin ardından Cezayir’e Devlet Başkanı düzeyinde ilk ziyareti gerçekleştirerek, anlamlı bir mesaj verdiğimize inanıyorum.

Ziyaretim sırasında Türkiye-Cezayir Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’ni kurarak ilişkilerimizi en üst seviyeye taşıdık. Ayrıca DEİK’in öncülüğünde düzenlenen İş Konseyinde firmalarımızı bir araya getirerek, yeni ortaklıkların tesisine vesile olduk.
Sayın Tebbun ile görüşmemizde ikili ticaretimizi en kısa sürede 5 milyar dolar seviyesine çıkarma kararı aldık. Cezayir’in ardından FETÖ’yle mücadelemizde ülkemize ilk ve en güçlü desteği sağlayan Batı Afrika ülkesi Gambiya’ya geçtik.
Türkiye’den Gambiya’ya resmi ziyaret gerçekleştiren ilk Cumhurbaşkanı olmam, bu ziyarete tarihi bir nitelik kazandırdı. Gambiya ziyaretimizi tamamladıktan sonra aynı günün akşamında bu ülkenin komşusu olan Senegal’e vardık. Son yıllarda firmalarımızın Senegal’de hayata geçirdiği altyapı projelerinin sayısı ve hacminde ciddi artışlar yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Maki Sal’in destekleriyle Türk müteahhitleri Senegal’de bugüne kadar 775 milyon dolar değerinde tam 29 proje üstlendi.
Mesela Batı Afrika’nın en modern havalimanlarından biri olan Dakar Uluslararası Havalimanı, firmalarımızca Afrika’da gerçekleştirilen ilk Yap-İşlet-Devret projesidir.

Çabalarımız neticesinde Türkiye ile Senegal arasındaki ticaret hacmi, 2007 yılında 66 milyon dolar iken, 2018’de 401 milyon dolara çıktı. Bu ziyaretimiz sırasında ise hedef olarak 1 milyar doları belirledik. İnşallah kısa sürede bu rakamı da yakalayacağımıza, hatta aşacağımıza inanıyorum. Son Afrika turumuzla, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığım döneminde kıtanın 28 farklı ülkesini ziyaret etmiş oldum. Bunların kahir ekseriyeti, Gambiya gibi, Türkiye’den devlet ve hükümet başkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaretlerdi. Gayretlerimiz sonucunda Afrika ülkeleriyle Türkiye arasındaki ticaret hacmi yüzde 381 artışla 26 milyar dolara ulaştı. Göreve geldiğimizde 12 olan büyükelçilik sayımız 42’ye çıktı.

Afrika ülkelerinin Türkiye’de sadece 10 büyükelçiliği varken, bu sayı da 36 oldu. 2008 ve 2014 yılında düzenlediğimiz “Türkiye-Afrika Ortalık Zirveleri” ile ilişkilerimize farklı bir boyut kazandırdık. Bayrak taşıyıcımız Türk Hava Yolları İstanbul’dan 38 Afrika ülkesindeki 58 noktaya uçuş düzenliyor. Türkiye Burslarıyla 4 bin 500 civarında Afrikalı öğrenciye yüksek öğrenim imkânı sağlıyoruz. Maarif Vakfımız 24 ülkede 144 Okulu ile 15 bin 750 öğrenciye eğitim öğretim hizmeti sunuyor. TİKA, 28 Program Koordinasyon Ofisiyle kıta geleninde Türk tipi kalkınma modelinin öncülüğünü yapıyor. Dostlarımızın ve kardeşlerimizin toprağı olarak gördüğümüz Afrika ülkeleriyle ilişkilerimizi inşallah daha da yoğunlaştıracağız. 21’inci yüzyılın aynı zamanda bir ‘Afrika Yüzyılı’ olacağı inancıyla işbirliğimizi artırarak sürdüreceğiz.

 

24 Ocak Cuma akşamı, Elazığ ve Malatya illerimizde can kaybına yol açan, ancak çok daha geniş bir alanda hissedilen 6,8 şiddetinde bir deprem yaşadık. Öncelikle depremde hayatını kaybeden 41 vatandaşımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Depremin ardından hastanelere başvuran 1.607 vatandaşımıza geçmiş olsun diyorum. Halen hastanelerimizde 7’si yoğun bakımda olmak üzere toplam 48 kardeşimizin tedavisi sürüyor. Hamdolsun, hayati tehlikesi olan depremzedemiz bulunmuyor. Bu büyük afette Elazığ ve Malatya yanında Diyarbakır, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Adıyaman ve Batman’da büyüklü-küçüklü toplam 498 bina yıkılmış, 4 bin 912 bina ağır hasar, 296 bina orta hasar, 5 bin 447 bina hafif hasar almıştır. Özellikle Elazığ’ın merkez, Sivrice ve Maden ilçeleri ile Malatya’nın Battalgazi, Doğanyol, Kale, Pütürge ve Yeşilyurt ilçelerinde ciddi yıkımlar ortaya çıkmıştır. Deprem haberinin alınmasıyla birlikte, devletimiz tüm kurumları ve görevlileriyle insanlarımızın yardımına koşmuştur.

AFAD, Jandarma, Sağlık Bakanlığı, İtfaiye Teşkilatları ve diğer kurumlarımızdan 7 bin 171 personel ve 661 araç, deprem bölgesinde görevlendirilmiştir. Şu ana kadar deprem bölgesine AFAD tarafından 25 bine yakın çadır, 31 bine yakın yatak ve 50 bin battaniye ulaştırılarak ihtiyaç sahiplerinin hizmetine sunulmuştur. Kızılay tarafından da deprem bölgesine 2 bin 500 çadır, 15 bine yakın yatak, 42 binin üzerinde battaniye, 220 bin paket gıda maddesi her biri 5’er bin kişi kapasiteli 6 mobil ve sahra mutfağı gönderilmiştir. Bakanlıklarımızın her biri kendi görev alanlarıyla ilgili olarak depremden etkilenen vatandaşlarımıza destek olmaktadırlar. Biz de hemen ertesi günü olay yerine giderek, çalışmaları bizzat yerinde gördük, takip ettik, vatandaşlarımızın acısını paylaştık.

İçişleri, Sağlık, Çevre ve Şehircilik Bakanlarımız, deprem gecesinden beri Elazığ ve Malatya’da kalarak, çalışmaları bizzat yerinde koordine etmişlerdir. Diğer arkadaşlarımız da, kendi sorumluluk alanlarıyla ilgili olarak gereken koordinasyonu bizzat yerinde yapmışlardır. Türkiye, tarihinin en hızlı ve etkili afete müdahale faaliyetini, bu depremde yürütmüştür. Deprem gecesinden beri orada bulunan bakanlarımız ve diğer ekiplerimiz başta olmak üzere, bu süreçte emeği geçen, katkısı olan herkese, şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum.

 

Elazığ ve Malatya’daki arama-kurtarma çalışmaları, depremden sonraki 67’nci saatte tamamlandı. Yıkılan ve tehlike arz eden binaların enkazları da süratle kaldırılıyor. Kullanılamayacak durumda olan binalar da en kısa sürede yıkılacak. Hiçbir vatandaşımızı mağdur etmeden, bu büyük afetin yaralarını inşallah süratli bir şekilde saracağız. Kamunun acil durum ödenekleri yanında, vatandaşlarımız tarafından toplanan yardımlar da, depremin yaralarının sarılması için kullanılmaktadır. Depremde en çok can kaybının yaşandığı Elazığ’ın Mustafa Paşa ve Sürsürü mahallelerinden başlayarak, bölgede kapsamlı bir kentsel dönüşüm çalışması başlatıyoruz. İlk etapta Elazığ’da 3 bin 850, Malatya’da 2 bin 550 olmak üzere toplam 6 bin 400 yeni konutu süratle yaparak vatandaşlarımıza teslim edeceğiz. Türkiye, 1999 depreminin ardından ortaya çıkan hasarları gidermek için sadece İstanbul, Kocaeli, Yalova, Sakarya, Düzce ve Bolu’da 103 milyar liralık yatırım yapmıştır. Van, Kütahya, Bingöl, Afyon-Dinar depremlerinin ardından da vatandaşlarımıza, tüm altyapısı ve sosyal tesisleriyle 38 bine yakın kalıcı konutu yapıp teslim ettik. Depreme dayanıksız binaların dönüşümü için sadece kira yardımı, hibe, kamulaştırma, harç muafiyeti, bina inşaatı gibi işler için 61 milyar liraya yakın bir kaynak kullandık. Riskli alan olarak belirlenen yerlerde de hâlihazırda 60 milyar liralık bir kaynakla yatırımlarımız devam ediyor. Görüldüğü gibi, ülkemizi depreme hazırlamak için, tüm imkânlarımızı seferber ediyoruz.

 

Hani sürekli “deprem vergileri ne oldu” diye soruyorlar ya, işte o sordukları deprem vergilerinin 2003-2019 yılları arasındaki toplamı cari fiyatlarla 66 milyar lira, 2019 fiyatlarıyla 147 milyar liradır. Bugüne kadar depremlerin ardından yapılan ve depreme hazırlık için yürütülen çalışmalarda harcanan kaynak ise, bu rakamların 4-5 katıdır. Türkiye’yi, onca acısının arasında bu tür tartışmaların içine çekenleri de huzurlarınızda kınıyorum. Vatandaşlarımızın da artık deprem konusunda çok daha bilinçli bir şekilde hareket ettiklerini memnuniyetle görüyoruz. Bu ülkede artık hiç kimse, vatandaşlarımızı depreme dayanaksız bina yapmaya veya oralarda yaşamaya yönlendiremez. Her fırsatta ısrarla altını çizdiğimiz yatay yapılaşmanın ne kadar önemli olduğunu, maruz kaldığımız her deprem bize bir kez daha ispatlıyor. 81 vilayetimizin tamamında, bundan sonra artık hiçbir yeni yerleşim yeri ne çürük zeminde, ne de yüksek katlı olarak inşa edilemeyecektir. Depreme hazırlık kapsamında ülke çapında tespit ettiğimiz 1,5 milyon binanın dönüştürülmesi çalışmalarına hız veriyoruz. Görüldüğü gibi deprem bizi beklemiyor. Öyleyse bizim deprem kapımızı çalmadan hazırlıklarımızı tamamlamamız şarttır. İnşallah önümüzdeki dönemde, milletimizin de desteğiyle, bu hassasiyetle yatırımlarımızı hızlandıracak ve neticeye ulaştıracağız. 

 

Ecdadımızın asırlarca barış içinde yönettiği ve Birinci Dünya Savaşının ardından geride bıraktığı pek çok bölge halen huzura kavuşmadı. İşgal, yıkım ve gözyaşının sürdüğü yerlerin başında ise Filistin geliyor. İkinci Dünya Savaşının akabinde Filistin topraklarında korsan bir şekilde kurdurulan İsrail devleti, kan döke döke, haksız ve hukuksuz bir şekilde bugünkü sınırlarına ulaşmıştır. Zalimin gözü kana da doymaz, mala da doymaz. İsrail’in de gözü doymuyor.

 

Son olarak, Amerikan yönetiminin desteğiyle, hem Kudüs’ü, hem de işgal altındaki diğer Filistin topraklarını ilhak anlamına gelen bir planı devreye almaya çalışıyor. Tekrar altını çizerek ifade ediyorum, bu planla işgal edilen Filistin topraklarının ilhakı amaçlanıyor. Türkiye olarak, görünürde iki devletli çözümü kabul eden ama esasta Filistin’i tümüyle yok eden ve Kudüs’ü tamamen gasp eden bu planı asla tanımıyor, kabul etmiyoruz. Rabbimizin çevresiyle, yani tüm Kudüs ve Filistin topraklarıyla birlikte mübarek kıldığı Beytu’l Makdis’in, yani Mescid-i Aksa’nın mahremiyetine uzanan elleri kırmak imanımızın bir gereğidir. Şayet bugün Mescid-i Aksa’nın mahremiyetini koruyamazsak, yarın kem gözlerin Kabe’ye çevrilmesini engelleyemeyiz. İşte bunun için “Rudüs kırmızı çizgimizdir” diyoruz.

 

Binlerce yıldır olduğu gibi bugün de dünya barışının anahtarı Kudüs’tür. Barış çınarı Kudüs’te yıkılırsa, bunun altında tüm dünya kalır. Kudüs’ü tümüyle İsrail’in kanlı pençelerine terk etmek, sadece orada yaşayan Müslümanlara ve Hristiyanlara değil, tüm insanlığa yapılmış en büyük kötülük olacaktır. Aynı şekilde, zaten kendi kadim vatanlarında parya durumuna düşürülmüş olan Filistinli kardeşlerimizi, böyle rezil bir planı kabule zorlamanın da izahı yoktur. Mazlum Filistin halkına ve Kudüs’ü Şerife yaptıkları tacizlere seyirci kalarak İsrail’i cesaretlendiren herkes, ortaya çıkacak vahim sonuçların sorumluluğuna ortaktır. Filistin halkının ve devletinin güvenliğini işgalci İsrail’e bırakmak, kuzuyu kurda teslim etmekle aynıdır. Üstadın, “Kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa” dediği türden böyle bir planı destekleyen kimi Arap ülkeleri, Kudüs’le beraber kendi halklarına, daha önemlisi tüm insanlığa ihanet etmektedir. “Kul karar, kader gülermiş” derler. İstedikleri kadar plan yapsınlar, istedikleri kadar zulüm işlesinler, Allah’ın yardımı ve vicdanlı, ahlaklı, hakkaniyetli insanların desteğiyle, Kudüs davası hep ayakta kalacaktır. Bizim, hem inancımız, hem kültürümüz gereği, Musevilere karşı en küçük bir düşmanlığımız yoktur, olamaz.

Bizim 1967 sınırları temelinde; egemen, bağımsız ve bitişik bir Filistin’in komşusu olan İsrail devletiyle de sorunumuz yoktur. Bizim karşı olduğumuz, İsrail yönetiminin sergilediği haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, zulüm ve kıyımdır. Sokaklarda çocuğundan yaşlısına masumların resmen infaz edildiği, insanların evlerinin başlarına yıkılarak gasp edildiği böyle bir haydut devlet, bizim gözümüzde hiçbir zaman muteber olamaz.

 

Tarihte zalimlerin hiçbir zaman abad olduğu, uzun süre ayakta kaldığı görülmemiştir. Binlerce yıl boyunca omuz üstünde baş bırakmayarak kıtalar dolaşanlar hani nerede? Bir dönem Afrika’yı ve Güney Amerika’yı kan denize boğanlar, çalıp çırpanlar hani nerede? İkinci Dünya Savaşında onlarca milyon insanın ölümüne yol açanlar hani nerede? Bugünkü zalimler de yarın tarihin karanlık dehlizlerinde yok olup gidecektir. Biz Türk Milleti olarak hep, lanetle anılanlardan değil hayırla yâd edilenlerden olduk, inşallah olmaya da devam edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, inancımızın ve medeniyetimizin gereğini yerine getirerek, hem Kudüs davasına, hem Filistin halkının onur mücadelesine sonuna kadar destek verecektir.

Son dönemde önemli gelişmelerin yaşandığı yerlerden ikisi de Suriye ve Libya’dır. Esed rejimi, İdlib’teki saldırılarını artırmıştır. İdlib’teki vahşeti engellemek, Suriye’nin istikrarına ve siyasi çözüme destek vermek amacıyla, Rusya ile bir mutabakat imzalamıştık. Bu mutabakat, Esed rejimi ve onu destekleyen Rusya tarafından, kanla ve acıyla adım adım delinmekte, bozulmakta, ihlal edilmektedir. Suriye’deki her gelişme, Türkiye için en az kendi sınırları içindekiler kadar önemlidir, hayatidir, kritiktir. Halen 3,6 milyon Suriyeliyi topraklarında barındıran ülkemizin, yeni bir göç dalgasına tahammülü yoktur. Rejimin terör örgütleriyle olan kötü sicilini de göz önüne aldığımızda, aynı zamanda yeni tehditlerin sınırlarımıza dayanmasına da seyirci kalamayız. Hiçbir ülkenin siyasi ve ekonomik çıkarı, Türkiye’nin güvenlik ve istikbal önceliklerinden daha önemli olamaz. Bu bakımdan, Suriye’nin ne diğer bölgelerindeki, ne de İdlib’teki duruma seyirci kalamayız.

2016’dan beri gerçekleştirdiğimiz Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekatlarımız, hassasiyetlerimize riayet edilmemesi halinde sahadaki durumu fiilen kontrol altına alma irademizin en somut örnekleridir. İdlib’teki durumun süratle normale döndürülmemesi halinde, yeniden aynı yola başvurmaktan başka çaremiz kalmayacaktır. Bize verilen sözlerin yerine getirilmediği Barış Pınarı Harekâtı bölgesinde de aynı yol ayrımına doğru gidiyoruz. Hiç kimsenin Türkiye’yi, bölücü örgütün kıskacına sokmaya da, rejimin zulmüne rıza göstermeye zorlamaya da hakkı yoktur.

Buradan bir kez daha ilan ediyorum. Adı ne olursa olsun, bölücü terör örgütünün Suriye’nin herhangi bir yerinde bölgemiz için bitip tükenmeyecek bir fitne ve ihanet çukuru açmasına izin vermeyeceğiz. Gerekirse teröristlerin bulunduğu her yere bilfiil giderek, bu oyunu bozacağız. Rejimin, kendi halkını zulmederek, saldırarak, kanını dökerek, tehdit ederek ülkemizi sürekli bir şekilde göçmen tehdidi altında tutmasına da izin vermeyeceğiz. Suriye’deki krizin tek çözümü, bu ülkenin tüm vatandaşlarını kucaklayan siyasi sürecin hızla ve adil bir şekilde hayata geçirilmesidir. Bu ülke topraklarında yakarak, yıkarak, öldürerek, göç ettirerek elde edilmiş gibi gözüken kazanımlar, siyasi sürecin önünü kesmekten başka işe yaramaz.

Rejimi bu yönde cesaretlendirenlerin tek amacının da, Suriye’deki krizin uzun süre devam etmesini sağlamak olduğu açıktır. Biz Türkiye olarak, tüm samimiyetimizle Suriye’nin, tüm halkıyla birlikte istikrarını ve güvenliğini istiyoruz. Bunun için de, askeri güç kullanmak dâhil, ne gerekiyorsa yapmaktan çekinmeyeceğiz. Ülkemizi Suriye’de çıkmaza sürükleyerek dikkatimizi dağıtmak isteyenlerin hesapları tutmayacaktır. Bu ilkeli duruşumuzun bir benzerini Libya’da sergiliyoruz.

 

Türkiye, Suriye’de halkın, Libya’da da ülkenin meşru hükümetinin yanındadır. Libya halkının kahir ekseriyetinin desteğinin ve duasının da bizimle olduğunu biliyoruz. Bu ülkenin, Köroğlu Türkleri başta olmak üzere tüm halkıyla olan 500 yıllık ortak geçmişimizin getirdiği sorumluluklardan asla kaçmayacağız. Libya’nın meşru hükümeti ve halkı yerine, bir darbecinin yanında yer alanlar, en başta demokrasiye ihanet etmişlerdir. Ülkenin meşru hükümeti, Moskova’da ve Berlin’de yapıcı bir tutum ortaya koymasına rağmen, darbeci general her seferinde masayı devirerek, gerçek yüzünü göstermiştir. Sadece bununla kalmamış, saldırılarını sürdürerek, niyetinin asla anlaşmak olmadığını ortaya koymuştur. Buna rağmen darbeci generali desteklemeyi sürdüren bazı Avrupa ve Arap ülkelerinin riyakârlığını tarih kaydetmiştir. Sudan’dan Rusya’ya kadar dünyanın dört bir yanından paralı askerleri darbeci generalin safında savaşa sokanlar, kendisine her türlü silahı, desteği verenler, kalkıp bir de utanmadan Türkiye’yi eleştiriyorlar. Libya konusunda hiç kimsenin, özellikle eli kanlı savaş baronlarına kol-kanat gerenlerin, Türkiye’ye söz söyleme hakkı yoktur. Çünkü Türkiye, Libya’da meşruiyet sınırları dışında hiçbir adım atmamıştır. 15 Temmuz’da darbecilere karşı şanlı bir direniş sergileyen Türkiye, Libya’da da meydanı darbecilere bırakmayacaktır. Halkın tamamının rıza göstereceği bir çözüm bulunana, istikrar ve güven iklimi tesis edilene kadar Libya’da kalmaya devam edeceğiz.

Gördüğünüz gibi içeride ve dışarıda yapacak çok işimiz var. Kurulduğu günden beri Türkiye’yi büyütmenin, kalkındırmanın, güçlendirmenin mücadelesini veren AK Parti’nin sorumluluğu giderek artıyor. Biz gücünü milletten alan, Hakkın ve halkın rızası için çalışan bir kadro olarak bugünlere geldik. Türkiye’nin önünü kesmek, istikrarını bozmak, gücünü kırmak, hedeflerine ulaşmasını engellemek isteyenler, gece gündüz bizi zayıflatmaya çalışıyor. Bu tablo karşısında bize düşen, daha çok çalışmak, milletimizden aldığımız desteği daha çok artırmaktır. Ülkemizde yaşayan 82 milyonun her birinin gönlüne girmeden, her birinin desteğini almadan kendimizi başarıya ulaşmış sayamayız. AK Parti, bu ülkedeki herkesin partisidir. Bu gerçeği ne derece sandığa yansıtabilirsek, o derece işimizi iyi yapmış oluruz. Teşkilatlarımız, günün 24 saati, yılın 365 günü bu hedef doğrultusunda çalışmalı, gayret göstermelidir. Kongre sürecimizi, bu çerçevedeki eksiklerimizi giderme, gücümüzü takviye etme vesilesi olarak görüyorum. İnşallah hep birlikte AK Parti’yi daha da yükseğe çıkartacak, ülkemizi 2023 hedeflerine, 2053 ve 2071 vizyonlarına adım adım yaklaştıracağız. Rabbim bu kutlu yolda gösterdiğiniz gayretler için hepinizden razı olsun.  

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir