Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı Sosyal İşler Bakanları Zirvesi’ne katılarak konuşma yaptı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:
“İstanbul sık sık, teşkilatımıza bağlı kurumlarımızın etkinliklerine sahne oluyor”
Konferansın düzenlenmesinde emeği geçen İslam İşbirliği Teşkilatı birimleri ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımız başta olmak üzere herkese teşekkür ediyorum. Dün de teşkilatımızın üst düzey kamu ve özel yatırım konferansında, İslam dünyasının dört bir yanından gelen kardeşlerimizle buluşmuştuk.
Önceki hafta ise İslam İşbirliği Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi İSEDAK’ın 35’inci Bakanlar Oturumunu gerçekleştirmiştik. Ayrıca İstanbul sık sık, teşkilatımıza bağlı kurumlarımızın çeşitli etkinliklerine sahne oluyor. Tüm bu toplantıların İslam ülkeleri arasındaki ilişkilerin her düzeyde ve her alanda gelişmesine, yakınlaşmasına vesile olacağına inanıyorum.
“Müslümanlar, güçleriyle orantılı siyasi etkiye sahip değiller”
Bugün dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Müslümanlar, maalesef, güçleriyle orantılı siyasi etkiye, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmişlik düzeyine sahip değiller.
İnsanlığın bugünkü gelişmişlik seviyesinin temelleri İslam coğrafyasında atılmış olmasına rağmen, Müslümanların günümüzde yaşadığı sıkıntıların sebeplerini iyi düşünmeli, analiz etmeli ve çözüm yolları üretmeliyiz. Aksi takdirde, sadece şikayet etmekle, sadece dövünmekle, sadece konuşmakla bir yere varamayız. Hele hele çareyi başkalarından beklemekle elde edeceğimiz hiçbir şey olamaz.
“Kendi içine kapanan İslam ülkeleri, imkanlarını ve enerjilerini heba ediyor”
İslam Medeniyetini hak ettiği yere çıkarmanın sorumluluğu bizlere, yani Müslümanlara düşüyor. Öyleyse, nerede eksiğimiz varsa oraya yoğunlaşıp, hızla 1 milyar 700 milyon Müslümanın ve onlarla birlikte tüm insanlığın sıkıntılarına çözümler bulacak somut çalışmalar ortaya koymalıyız. Böyle davranmak, hem Rabbimizin emridir, hem de bin 400 yılı aşkın medeniyet birikimimizin bize gösterdiği istikamettir.
İslam İşbirliği Teşkilatı, nüfusları Müslümanlardan oluşan tüm ülkeleri bir araya getiren bir yapı olması sebebiyle, bu konuda elimizdeki en önemli araçtır. Teşkilatımızın henüz bu beklentiyi karşılayacak bir çalışma düzenine ve etkinliğine kavuşamadığını elbette biliyoruz. Ama aynı zamanda bunu başarmanın mümkün olduğunu da görüyoruz.
Tabii, İslam ülkelerinin her birinin ayrı sıkıntısı var. Kimi halkının sesine yeterince kulak vermeyen yönetimlerden muzdariptir. Kimi sefalet düzeyinde bir yoklukla imtihan oluyor. Kimi terör belası veya kardeş kavgasıyla boğuşuyor. Çeşitli sebeplerle kendi içine kapanan İslam ülkeleri, imkanlarını ve enerjilerini heba ediyor, boşa harcıyor.
“Mademki hepimiz kardeşiz, öyleyse, buna uygun davranmalıyız”
Şayet İslam İşbirliği Teşkilatını, tüm kurumları ve faaliyetleriyle, hayal ettiğimiz düzeye çıkartabilirsek, hep birlikte bu tür sıkıntıların üstesinden gelebileceğimize inanıyorum. Dünyada benzer dayanışma örneklerini sergileyen pek çok kuruluş vardır. Bizlerin de aynı başarıyı göstermemesi için hiçbir sebep göremiyorum.
Üstelik biz, Peygamberinin “aynı bedenin uzuvları” olarak tarif ettiği bir ümmetiz. Mademki hepimiz kardeşiz, öyleyse, buna uygun davranmalıyız. İnşallah o günlerin de yakın olduğuna inanıyorum.
“İsrail’in bu hoyratlığı, kimi Arap devletleri tarafından teşvik ediliyor”
Biliyorsunuz, İslam İşbirliği Teşkilatının kuruluşunun temelinde Kudüs davası vardır. Maalesef, Kudüs’teki ve onun ayrılmaz bir parçası olan Filistin’deki durum, her geçen gün daha da kötüye gidiyor. İsrail’in hak, hukuk, adalet, insanlık tanımayan tavrı, bölgedeki krizi Müslümanlar aleyhine sürekli derinleştiriyor. Son dönemde kimi ülkelerin uluslararası hukuka aykırı bir şekilde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve yasadışı yerleşimleri desteklemesi, sıkıntıları yeni bir boyuta taşıdı.
Bugün artık sokaklarında masum genç kızların, babaların, annelerin, ihtiyarların, çocukların, gençlerin İsrail tarafından alenen infaz edildiği bir Filistin fotoğrafıyla karşı karşıyayız. Üstelik İsrail’in bu hoyratlığı, Batı ülkeleri ve büyük bir üzüntüyle belirtmek isterim ki kimi Arap devletleri tarafından adeta teşvik ediliyor.
“Kudüs davasından asla vazgeçmeyeceğiz”
Türkiye olarak, Kudüs ve Filistin’deki zulüm konusunda dile getirdiğimiz itirazlarda, çoğu defa yalnız kaldığımızı hissediyoruz. Esasen son yıllarda maruz bırakıldığımız terör saldırılarının ve ekonomik sabotajların gerisindeki sebeplerden birinin de bu ilkeli duruşumuz olduğunun farkındayız.
Ama bedeli ne olursa olsun, Hakkın, hakikatin ve mazlumun yanında yer almayı sürdüreceğiz. Kudüs davasından, Filistinlilerin haklarını savunmaktan ve tüm mazlumlarla dayanışma içinde olmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.
“Her ne şekilde olursa olsun sonuçta mağdur olan hep Müslümanlardır”
Aynı şekilde, Keşmir, Arakan ve Türkistan başta olmak üzere, pek çok yerde Müslümanlar aleyhine gelişmeler yaşanıyor. Batı ülkelerinde giderek yaygınlaşan İslam ve Müslüman düşmanlığı da bir başka önemli sorundur.
Yaşanan sıkıntıların bir kısmı doğrudan cana ve mala saldırı şeklinde, bir kısmı sinsi asimilasyon politikaları görünümünde, bir kısmı ise körü körüne bir düşmanlık biçiminde tezahür ediyor. Her ne şekilde olursa olsun sonuçta mağdur olan, mazlum durumuna düşen hep Müslümanlardır.
Her biri proje ürünü olan ve dinimizin adını istismar eden terör örgütleri de, bu zulümlerin bahanesi olarak kullanılıyor. İşte son NATO zirvesinde hala Fransa’nın başkanı kalkıyor İslami terörden bahsediyor. İslam kelimesinin anlamı barıştır. Siz İslami terör ifadesiyle, barışla terörü nasıl bir araya getiriyorsunuz. Böyle bir şey olamaz. Son NATO zirvesinde yine aynı ifadeleri kullandı. Ne oldu şimdi? Paris’te sarı yelekliler ortaya çıktı. Haydi durdur bakalım. Neden durduramıyorsun? Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste. Bunu böyle bilesin.
Bu çatı altında bir araya gelen bizlere düşen görev, nerede bir Müslümanın hakkı gasp ediliyorsa, hukuku çiğneniyorsa, varlığı tehdit altına giriyorsa, onun yanında yer almaktır.
“Üzerimize düşen her görevi yerine getirmeye hazırız”
Asya’da, Afrika’da, Avrupa’da, Amerika’da; velhasıl dünyanın her yerinde geleceğin bizlerde olduğuna yürekten inanıyorum. Yapılan saldırıların hiçbiri bu kutlu yükselişi durdurmaya yetmeyecektir. Ancak, tek bir kardeşimizin bile haksız yere gönlünün kırılması, gözünden yaşlar akması, yüreğinin yanması bizi vebal altında bırakır.
Görevimiz, aydınlık geleceğimize giden yolda, her bir kardeşimizin onurlu ve güvenli bir şekilde ayakta kalabilmesini sağlamaktır. İslam İşbirliği Teşkilatını, işte bu misyonu hakkıyla yerine getiren bir kurum haline dönüştürmek mecburiyetindeyiz.
Türkiye olarak, tıpkı Dönem Başkanlığımızda olduğu gibi bu doğrultuda üzerimize düşen her görevi yerine getirmeye hazırız. Diğer üye ülkelerden de aynı kararlılığı görmek istiyoruz. İşte bunu başardığımızda, emin olun, önümüzde adaletin, huzurun, barışın ve refahın olduğu yepyeni bir dönemin kapıları açılacaktır. Rabbim hepinize o güzel günlere şahitlik etmeyi nasip etsin diyorum.
“Aile içi şiddet, önüne geçmemiz gereken en önemli tehditlerden biridir”
Müslümanlığımızın en önemli alamet-i farikalarından biri de, aile kurumumuzun gücüdür. Bugün geleceğini tehdit altında gören toplumların tamamının da ortak özelliği, aile kurumunu zayıflatmış, çarpıtmış ve ifsat etmiş olmalarıdır. Gelinen noktada, hiçbir teşvik, hiçbir maddi destek, hiçbir telkin, bu tür ülkelerin aile kurumlarını yeniden ayağa kaldırmaya yetmiyor. Çünkü temel çökmüş durumda.
İslam ülkeleri olarak aile kurumumuza ne kadar sahip çıkarsak, geleceğimize de o derece güvenle bakabiliriz. Kendi ülkem başta olmak üzere, bu konuda hepimize çok önemli görevler düşüyor.
Güçlü aile yapısının güçlü toplum demek olduğunu, bunun da hep birlikte güvenli geleceğimiz anlamına geldiğini tekrar tekrar hatırlamalıyız. Bu bakımdan aile içi şiddet, önüne geçmemiz gereken en önemli tehditlerden biridir.
“Huzurlu bir toplum hedefimize süratle ulaşmalıyız”
Kadının ve çocuğun uğradığı ruhsal ve fiziksel şiddet sorununu bitirmeden, güçlü aile yapısını inşa edemeyiz. Hep birlikte bu konuda bir seferberlik başlatmalı, “Yaradılanı severiz yaradandan ötürü” anlayışıyla huzurlu bir toplum hedefimize süratle ulaşmalıyız.
Kendi aramızda kuracağımız güçlü işbirliği ve tecrübe paylaşımıyla, bu sıkıntının üstesinden çok daha rahat gelebileceğimize inanıyorum. Toplantımızda, bu konuda somut kararların alınacağını öğrenmekten memnuniyet duyuyorum.
“Kötü gidişi durdurma şansına hala sahibiz”
İslam ülkeleri olarak en önemli zenginliğimiz yeraltı kaynaklarından ziyade genç nüfusumuzdur.
Daha da güçlendireceğimiz aile yapımız, sağlam eğitim sistemimiz ve güçlü sosyal dayanışma mekanizmalarımızla, geleceğimizi gönül rahatlığıyla emanet edeceğimiz bir gençlik yetiştirebiliriz. Batı kaynaklı tehditlere karşı, çocuklara, kadınlara, yaşlılara ve engellilere ne kadar iyi sahip çıkarsak, aile yapımızı o derece korumuş oluruz.
Sosyal medya ve televizyon gibi iletişim araçlarının Batı kaynaklı içeriklerinin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan erozyona karşı teyakkuz halinde bulunmalıyız. Sınırlarımızı korurken zihinlerimizin teslim alınmasına yola açacak her türlü boşluğu, her türlü gafleti, her türlü çatlağı süratle doldurmalıyız. Bu konuda hiç de iyi imtihan veremediğimizi itiraf etmek durumundayız. Ama kötü gidişi durdurma şansına hala sahibiz. Hep birlikte neler yapabileceğimizi konuşmalı, anlaşmalı ve süratle uygulamaya geçirmeliyiz.
“Kardeşlerimizin emanetlerine sahip çıkmak, boynumuzun borcudur”
Diğer yandan, Suriye başta olmak üzere, çeşitli bölgelerdeki çatışmalar ve krizler sebebiyle sayıları milyona varan çocuk, öksüz ve yetim kalmıştır. Suriye’de olanlar ortada, Somali’de olanlar ortada, Sudan’da olanlar ortada, Irak’ta olanlar ortada, Filistin’de olanlar hakeza ortada. Bunlardan bir kısmının, çeşitli yollarla diğer ülkelere götürülüp, hiç arzu etmediğimiz bir şekilde yetiştirildiğini duyuyoruz. Ayrıca bu çocukların başta uyuşturucu tüccarları olmak üzere suç örgütleri tarafından istismar edildiğini biliyoruz.
Müslümanlar olarak, kardeşlerimizin emanetlerine sahip çıkmak, boynumuzun borcudur. Yeteri kadar duyarlı olamadığımız için kaybolup giden her çocuğun vebalini üzerimizde taşıyoruz.
Yetimhane benzeri yapılardan ziyade, ailelerin sahip çıkmasıyla bu çocukları topluma kazandırma konusunda bir seferberlik başlatmalıyız.
“Dünyanın en etkili sosyal politikalarını uygulayan ülkelerinden biriyiz”
Günümüz toplumlarında karşımıza çıkan yeni durumlar, bizi özellikle sosyal politikalarımızı gözden geçirmeye itiyor. Sosyal devlet ilkesini göz ardı eden hiçbir ülkenin hedeflerine ulaşabilmesi mümkün değildir. Esasen, Peygamber Efendimizin, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” ikazı, sosyal politikalarımızın en çarpıcı rehberidir. Nüfusun böylesine arttığı ve şehirlerin kalabalıklaştığı bir dönemde, bu tavsiyenin gereklerini, fertlerle beraber asıl olarak devlet başta olmak üzere kurumların yerine getirmesi gerekiyor. Sivil toplum kuruluşları, bu bakımdan çok yaygın ve etkin faaliyetleriyle öne çıkıyor.
Ailenin güçlendirilmesi ve sosyal devlet ilkelerinin hayata geçirilmesi konusunda çalışan sivil toplum örgütlerimizi, kendi aralarında yakın işbirliğine teşvik etmeli, desteklemeliyiz. Türkiye olarak, dünyanın en yaygın ve etkili sosyal politikalarını uygulayan ülkelerinden biriyiz.
Çalışanlarımıza ve emeklilerimize mutlaka asgari güvenceler sağlıyoruz. Genel Sağlık Sigortamız, nüfusumuzun neredeyse tamamını kapsıyor.
“12 milyon kişiye 43 milyar lira tutarında sosyal yardım ulaştırdık”
Ülkemizde, kalitesi gayet yüksek olan sağlık hizmetlerinden yararlanmak isteyip de, sığınmacılar dâhil, buna imkân bulamayan kimse yoktur. Garip-gurebaya sahip çıkmak sosyal politikalarımızın özünü oluşturuyor. Geçtiğimiz yıl 12 milyon kişiye 43 milyar lira tutarında sosyal yardım ulaştırdık.
Sosyal yardım yelpazemizi, ihtiyacı olan herkesi içine alacak şekilde genişlettik. Engelliler konusunda yaptıklarımızla, gerçekten örnek olacak başarılara imza attık. Düzenli maaş ödemesinden evde bakım hizmetine, özel bakım merkezlerinden özel eğitim kurumlarına kadar pek çok hizmetle, engellilerimizi toplumsal hayata dahil ettik.
82 milyon nüfusa sahip ülkemizde, sadece 33 bin 500 kişinin resmi veya özel huzurevlerinde kalıyor olması, aile yapımızın hala sağlam olduğunun göstergesidir. Gönül ister ki bu sayı sıfıra düşsün.
Aile yapımız güçlendikçe, bu hedefe de yaklaşacağımıza inanıyorum.
“Hizmetler için şu ana kadar harcadığımız para 40 milyar doları aştı”
Türkiye, 3 milyon 650 bini Suriyeli olmak üzere toplamda 5,5 milyonu bulan sığınmacı ve göçmene ev sahipliği yapan bir ülke olarak, bu konuda dünyada ilk sırada yer alıyor. Sadece bu yıl, diğer ülkelerin adeta ölüme terk ettikleri 57 bine yakın kişiyi denizlerden toplayıp hayatlarını kurtardık.
Ülkemizde bulunan sığınmacılara kendi vatandaşlarımızla aynı düzeyde hizmet veriyoruz. Üstelik bu hizmetleri, dışarıdan ciddi hiçbir yardım almadan, kendi imkanlarımızla yürütüyoruz. Bu hizmetler için şu ana kadar harcadığımız para 40 milyar doları aştı. Türkiye’ye yasadışı yollardan giren sığınmacılardan, kurduğumuz merkezlerde işlemlerini tamamladıklarımızı ülkelerine gönderiyoruz.
Aynı şekilde, Suriye’de güvenli hale getirdiğimiz bölgelere de, bu ana kadar 370 bin kişi kendi isteğiyle geri dönerek yerleşti.
“Biz şimdilik üzerimize düşenleri yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz”
Rasulayn ve Tel Abyad arasında ilk etapta yüzbinlerce kişiyi, sınır hattındaki diğer yerlerle birlikte bir milyon kişiyi iskân edebileceğimiz yerleşim yerlerinin inşasıyla ilgili çalışmalara başladık. Bu konudaki tüm çağrılarımıza rağmen, henüz bir ülke dışında, Türkiye’ye somut destek veren olmadı. Ancak, sadece ülkemizdeki Suriyelilerin yarıya yakınının 18 yaşından küçük olduğunu düşündüğümüzde, ortaya sürdürülmesi oldukça zor bir yük çıkıyor.
Ekonomik bakımdan bizden çok daha iyi durumda olan Avrupa ve kimi Arap ülkeleri sınırlarını bu mazlumlara kapatırken, biz ekmeğimizi onlarla bölüşmekten çekinmiyoruz. Ülkemizdeki mevcut olanlar ve sınırlarımıza yakın bölgelerdekilerle birlikte toplam 9 milyon kişiyi bulan potansiyel sığınmacı yükünü üstlenmeye kimsenin cesaret edemeyeceği açıktır. Dolayısıyla, eninde sonunda yeni yerleşim yerlerinin inşası projemize ve sığınmacılara verdiğimiz diğer hizmetlere gereken destek verilecektir. Biz şimdilik üzerimize düşenleri yapıyoruz, yapmaya devam edeceğiz.
“Bu hayırlı fırsatı iyi değerlendirmeliyiz”
İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde, diğer pek çok konu gibi, sosyal gelişim alanında da ilk Bakanlar Konferansına ev sahipliği yapmaktan memnuniyet duyuyoruz. İçtimai yapımızın, günümüzün sosyal hastalıklarına karşı direnç kazanmasına yönelik çalışmalara destek vermeyi sürdüreceğiz.
Çalışmalarımızı koordine etmek, ortak önceliklerimizi belirlemek ve bu doğrultuda harekete geçmek bakımından, bu toplantı önemli bir fırsattır. Ailelerin ve fertlerin karşı karşıya kaldığı sosyal tehditlerin analizi ve çözüm yolları bulunması bakımından bu hayırlı fırsatı iyi değerlendirmeliyiz.
Konferansın dönem başkanlığını iki yıl süreyle Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmet Bakanlığımız yürütecek.
Bu süre boyunca, kardeş İslam ülkeleriyle kurumsal kapasite inşası, tecrübe paylaşımı, teknik yardım ve politika koordinasyonu alanlarında yararlı çalışmalar gerçekleştireceğimize inanıyorum.
Arnavutluk’taki depremde gerekli yardımları ilk andan itibaren yaptık, desteklerimizi sürdüreceğiz.
“Alınacak kararların hayata geçirilmesinin takipçisi olacağız”
Bugün burada alınacak kararların ilgili kurumlarla işbirliği halinde hayata geçirilmesinin bizzat takipçisi olacağız. Konferansın başarılı geçmesini ve sosyal politikalarımızın sağlam temellere oturtulması bakımından bir dönüm noktası olmasını diliyorum.
Gayretleriniz ve emeğiniz için, üye ülkelerin siz değerli temsilcilerine ülkem ve tüm İslam dünyası adına teşekkürlerimi sunuyorum. Sizlerden, ülkelerinize döndüğünüzde tüm vatandaşlarınıza selamlarımı iletmenizi rica ediyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Kaynak: TRT Haber