Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Radyo ve Televizyon Gazetecileri Derneğinin düzenlediği Ödül Töreni’nde konuştu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının satır başları şöyle;
Medya Oscarları Ödül Töreni münasebetiyle bir yıl aradan sonra tekrar sizlerle birlikte olmaktan büyük bir bahtiyarlık duyuyorum.
19 farklı kategoride ödüllerimizi takdim edeceğiz. Medya Oscarlarına layık görülen televizyoncularımızı, radyocularımızı, muhabir ve sanatçılarımızı gönülden tebrik ediyorum.
Atalarımız marifet iltifata tabidir iltifatsız emek zayidir diyor. Hayatta başarı kadar, bu başarının takdir edilmesi de önemlidir. Ödüllendirilen her başarı daha nitelikli çalışmalara ilham kaynağı olur. Türkiye Cumhurbaşkanı olarak emeğin hak ettiği ilgiyi görmesine özel önem veriyorum. Radyo ve Televizyon Gazetecileri Derneğimizin de kendi alanında gerçekten büyük bir boşluğu doldurduğuna inanıyorum.
Radyo Televizyon Gazetecileri derneğimiz spordan belgesele, ekonomiden haber programlarına, dizilerden kurumlara uzanan geniş bir yelpazede her sene titiz bir çalışma sürdürüyor. Radyo ve televizyon alanında başarıyla temayüz eden meslektaşlarını tespit ediyor.
Siyah-beyaz yıllardan geleceğe uzanan bir çınar olarak gördüğüm derneğimize çalışmalarında başarılar diliyorum.
Bugüne kadar ülkemizin ve milletimizin faydasına olan konularda daima sizlerin yanında oldum. Bundan sonra da faaliyetlerinize gereken desteği vermeyi sürdüreceğiz.
“Gazetecilik de büyük bir dönüşüm yaşadı”
Değişim ve yenilik hayatın temel dinamiğidir. Dünyada sabit kalan yegane unsur değişimin ta kendisidir. Basın yayın sektörümüzü doğrudan ilgilendiren iletişim teknolojilerinde baş döndürücü bir ilerlemenin yaşandığını görüyoruz. Teknolojiye bağlı olarak yeni medya araçları ortaya çıkıyor. 10-15 sene önce hayal dahi edilemeyen birçok yenilik, bugün hayatımızın vazgeçilmezleri haline geldi. Matbu gazetelerle beraber internet gazeteciliğinin yaygınlaştığını gördük. Her meslek dalı gibi gazetecilik de bu süreçte büyük bir dönüşüm yaşadı.
“Hayatımızın hiçbir yerinde olmadığı kadar dezenformasyona maruz kalıyoruz”
Bugün dünyanın en ücra köşesinde meydana gelen bir hadiseyi saniyeler içinde cep telefonumuzun ekranından takip edebiliyoruz. Farklı dillerde on binlerce yayına, kitaba, dergiye tabletinize indireceğiniz bir uygulamayla ulaşabiliyorsunuz. Sanal ortamda insanlar mekan sınırı olmaksızın birbirleriyle rahatça iletişim kurabiliyor. Elbette bu yeni medya araçları fırsatların yanında çok ciddi riskleri, tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Hayatımızın hiçbir döneminde olmadığı kadar dezenformasyona maruz kalıyoruz. Bugün hiçbir düzenlemenin olmadığı sosyal medyada yalan ve provokatif haberlerin hakimiyeti, doğrulara göre kat ve kat fazladır
İnternetin kendisi medyasıyla, sosyal ağlarıyla adeta dev bir malumat çöplüğü oluşturuyor. Delile dayanan doğru bilginin, haberin yerini giderek zanna, vehme, çarpıtma ve manipülasyona dayalı malumat alıyor. Bilgiye erişim kolaylaşırken insan ve hakikat arasındaki perde ne yazık ki kalınlaşıyor. Siber saldırılar, şirketlerden devlet kurumlarına hatta seçimlere kadar hemen her şeyin güvenliğini tehdit eder boyuta geldi. Terör örgütlerinin propogandalarını yaymak, yeni militanlar devşirmek için en sık istismar ettikleri alanların başında yine internet geliyor. Bireyin mahremiyetini ihlal, gün geçtikçe ürkütücü boyutlara ulaşıyor. Linç kültürü ve itibar suikasti sosyal medya ortamında çok büyük yaygınlık kazanıyor.
“Türk demokrasisi de bu tehditten azade değildir”
Provokatörler ve itibar suikastçileri, internetin dehlizlerinde izlerini rahatça kaybettiriyor. Hayatı bir anda altüst olan mağdurlar çoğu zaman hesap soracak muhatap dahi bulamıyorlar. Yalan haber, sadece insanı değil, günümüz demokrasilerini de tehdit eden unsurlardan biridir. Dünyanın birçok ülkesi gibi Türkiye ve Türk demokrasisi de bu tehditten azade değildir. Son 6 yılda meydana gelen hadiseler bize bu acı gerçeği maalesef pek çok kez göstermiştir.
Son yıllarda yaşadıklarımızı şöyle bir gözünüzün önünden geçirmenizi istiyorum. Türkiye’nin ekonomide rekorlar kırdığı, faizlerin en düşük seviyelere ulaştığı, IMF’ye borcumuzun sıfırlandığı bir dönemde önce ağaç bahanesi ile Gezi olaylarının fitili ateşlendi. Kimi sözce sanatçılarında merkezinde olduğu bu olaylarla ülkemizin sokakları karıştırılmak istendi. Bilhassa sosyal medya Gezi olaylarında bir provokasyon üssü olarak kullanıldı. Ülkemizle alakası olmayan nice yalan haberlerle özellikle de gençlerimiz galayana getirilmeye çalışıldı. Esnafımızın malı yağmalandı, belediye otobüsleri yakıldı. Bundan başarı elde edemeyince 17-25 Aralık’ta bu sefer farklı bir yol denediler yargı ve emniyet içindeki FETÖ’cüler eliyle hükümete darbe girişiminde bulundular.
Bu süreçte FETÖ, hem kontrolü altında tuttuğu basın yayın organlarından hem de sosyal medyadan demokrasimizi hedef alan yoğun bir iftira kampanyası yürüttü. Maalesef dönemin ana muhalefet partisi de FETÖ’nün bu yalan furyasına arka çıktı. Biz tüm gücümüzle milli iradeye sahip çıkarken muhalefet grup toplantıları ve miting meydanlarını FETÖ’nün propaganda kürsüsüne çevirdi.
Türk demokrasisinin en çetin mücadelelerinden birinde ana muhalefet, muhalefet, demokrasiyi korumak, milli iradeyi savunmak yerine ne yazık ki FETÖ’nün siyasi uzantısı gibi davranmayı tercih etti.
“En büyük alıcısı uluslararası basın olmuştur”
MİT tırları ihanetinde olduğu gibi kimi medya mensupları da bu dönemde örgütün ajanlığını yapmakta hiçbir beis görmedi. On binlerce Suriyeliyi katleden PKK’lı teröristler özgürlük savaşçısı olarak sunulurken milyonlarca Suriyeli sığınmacıya kapısını açan Türkiye, terörle ilişkili hale getirilmeye çalışıldı. FETÖ’cüler eliyle kotarılan DEAŞ’a yardım yalanının en büyük alıcısı, ne yazık ki uluslararası basın olmuştur.
Uluslararası medya organlarının Türkiye’ye yönelik tavırları objektiflikten uzak, bunun arka planında Türkiye’nin bölgesel konularda aldığı tutum var.
Filistin davası başta olmak üzere, Suriye, Mısır, Libya, Yemen meselelerinde sergilediğimiz ilkeli duruş, belli güçleri rahatsız etmektedir.
Kendilerini özgür ve tarafsız diye tanımlayan yabancı medya organlarının mesele Türkiye olunca, gazetecilik yapmak yerine nasıl birer propaganda makinesine dönüştüğünü hep birlikte gördük. Özellikle 15 Temmuz gecesi yapılan haberleri, bir utanç belgesi olarak halen hatırlıyoruz. Darbenin başarısız olmasının getirdiği hayal kırıklığına ertesi gün atılan manşetlerde bizzat şahitlik ettik. Türk hükümeti aleyhine konuşacak insan bulamamaktan şikayet eden uluslararası basın kuruluşları bile oldu. Bunları da gördük. Birçok medya kuruluşu darbecileri aklamaya çalışırken Türk milletinin dünya demokrasi tarihine geçecek şanlı direnişi ısrarla görmezden gelindi. Bu tarafgirliğin varlığını güçlü bir şekilde devam ettirdiği de bir hakikattır.
Ekonomide, demokraside, terörle mücadelede, bölgesel barış ve istikrarı koruma yönünde attığımız adımlar, uluslararası medyada bugün de hak ettiği karşılığı bulmuyor. Dünyanın hemen her ülkesinde yaşanabilecek sıkıntılar, abartılarak manşetlere taşınırken Türkiye’nin başarıları kasıtlı bir şekilde görülmüyor. Söz konusu milletimiz olunca bağımsızlığın yerini yandaşlık, doğrunun yerini çarpıtma, tarafsızlığın yerini ise önyargılar alıyor.
“Siyasetçinin görevi de gerçekleri söylemektir”
Türkiye’deki kimi medya kuruluşları da manşetleriyle bu değirmene su taşıdı. Buradan şu hususun altını özellikle çizmek istiyorum, gerçeği bilmek, doğru bilgiye ulaşmak, her insanın en tabii hakkıdır. Gazetecilik hakikati ortaya çıkarmak mücadelesi ise siyasetçinin görevi de gerçekleri söylemektir.
Türkiye’nin son 25 yılda yüzleştiği krizlere, vesayet girişimlerine, ekonomik sıkıntılara ve elbette 3 Kasım 2002’den itibaren başlayan o büyük dönüşüme hep birlikte şahitlik ettik.
2023 hedeflerimiz, 2053 ve 2071 vizyonlarımız sadece ekonomik büyümeyi kapsamıyor. Bu hedef ve vizyonlar medya dahil, hayatımızın her alanında yeni bir inşa sürecini ifade ediyor.
Biz sadece ekonomisi, savunması, ticareti, altyapısı, diplomasisi sağlam bir Türkiye istemiyoruz. Aynı zamanda demokrasisi çok daha güçlü bir ülke de istiyoruz. Biz basını daha özgür, daha çoğulcu bir Türkiye arzuluyoruz. Biz şiddete bulaşmadığı, hakarete varmadığı sürece ne kadar aykırı olursa olsun tüm fikirlerin temsil edildiği bir basın arzu ediyoruz. Biz kendi halkına tepeden bakan değil, halk adına gözcülük yapan bir medya düzenini savunuyoruz. Şüphesiz bunun yolu da medyanın demokrasilerdeki rolünü layıkıyla oynamasından geçiyor. İnsanı, ahlakı, basın etik ilkelerini merkeze alan bir bakış açısıyla bu süreci yönetmek zorundayız. Türkiye ne basın hürriyetinden ne de milli güvenliğinden taviz verebilir.
Bunun için özgürlük, güvenlik dengesini sağlamak suretiyle yolumuza devam etmek mecburiyetindeyiz. Uzun yıllar medyamıza hakim olan vesayetçi tonun artık değişmesi gerekiyor. Türk medyasının, milleti ile daha barışık bir düzlemi yakalaması önemlidir. İnşallah kendi bakış açısını genişlettikçe, dilini düzelttikçe, seviyesini yükselttikçe toplumdaki itibarını da güçlendirecektir. Biz de bu amaçla yeni medya düzeninin ihtiyaçlarına uygun kamu politikalarını İletişim Başkanlığımız ve diğer ilgili kurumlarımız vasıtasıyla hayata geçirmeye çalışıyoruz.”
“Geniş bant abone sayımız 75 milyona ulaşmış durumda”
Şu an radyosu, televizyonu, internet medyası ile dünyanın en dinamik basın yayın sektörlerinden birisi ülkemizde bulunuyor. Keza geniş bant abone sayımız 75 milyona ulaşmış durumda.
İki asra yaklaşan bu süreçte meslek adına pek çok gurur tablosunun yanı sıra medya açısından sorunlu sahneler de yaşandı. Demokrasiye sahip çıkmak yerine darbeleri alkışlayan, gerçeğin peşinde koşmak yerine hakikati katleden gazetelere de şahit olduk. Terör örgütlerine tetikçilik yapan, kalemini ve klavyesini şiddeti övmek için kullanan gazeteci kılıklı şahıslarda var ama aynı zamanda foto muhabiri şehit Mustafa Cambaz gibi gerektiğinde vatanımızın istiklal ve istikbali uğruna canını feda eden, cesaret abidelerini de gördüm.
Haber peşinde koşarken uçurumdan yuvarlanan bir gazeteci kardeşimizin ardından sosyal medyada dolaşıma sokulan utanç verici yazıları da unutmadık. Vefat eden meslektaşlarını linç edecek kadar gözünü nefret bürümüş karakter fukaralarının olduğunu da biliyoruz.
Bizim medyamızın gerçek temsilcileri, Mustafa Cambaz gibi gözünü kırpmadan şehadete yürüyen kahramanlardır. Bizim medyamızın sembolleri kışın soğuğuna, yazın sıcağına aldırmadan hakikat peşinde koşanlardır. Hakikatin, hatırını yere düşürmeyen tüm gazetecilerimize, muhabirlerimize de buradan şahsım, milletim adına teşekkür ediyorum. İnşallah sizlerin gayretleri ve çabalarıyla Türkiye’yi diğer alanlarda olduğu gibi basın yayın sektöründe de çok daha yukarılara taşıyacağız.
Bayburt’ta görev sırasında uçurumdan düşerek hayatını kaybeden Anadolu Ajansı muhabiri Abdülkadir Nişancı’ya Allah’tan rahmet, ailesine sabırlar diliyorum.
Radyo Televizyon Gazetecileri Derneğinin “2018 yılı Medya Oscarları”na layık görülen medya mensupları ve kuruluşlarını tebrik ediyor, programa destek veren kurumları kutluyorum.
Kaynak: TRT Haber, AA