Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 105. Dönem Kaymakamlık Kursu Kura Töreni’nde konuştu.
Bugün burada, 105’nci dönem Kaymakamlık Kursunu başarıyla tamamlayan 97 arkadaşımızın kura törenini gerçekleştiriyoruz. Yeni kaymakamlarımıza, görev yerlerinde ve tüm meslek hayatlarında başarılar diliyorum.
Mevzuat bilgisinden tecrübe paylaşımına, münazaradan etkili iletişime kadar geniş bir alanı kapsayan eğitim sürecinin, buradaki her bir arkadaşımın gelişimine çok ciddi katkı sağladığına inanıyorum. Yurt dışı dil eğitimi dahil, toplamda 29 ay süren eğitim dönemi, devletimizin kaymakamlık mesleğine verdiği önemin bir işaretidir.
“Kaymakam, ilçelerde Cumhurbaşkanı adına görev yapan en yüksek devlet görevlisidir”
Kaim ile makam kelimelerinin birleşmesinden oluşan Kaymakam ifadesi, yönetim sistemimizde temel devlet görevlerinden biridir. Kaymakam, Anayasamıza göre, ilçelerde Cumhurbaşkanı adına görev yapan en yüksek devlet görevlisidir. Ülkemizdeki 81 vilayetimize bağlı 922 ilçenin her biri bizim gözümüzde değerlidir, kıymetlidir, en iyi hizmeti almaya layıktır. İlçelerimizi, mahalleleriyle, köyleriyle, buralarda yaşayan vatandaşlarımızla ne kadar ileriye taşıyabilirsek, ülkemizi de topyekûn o derece geliştirmiş, kalkındırmış oluruz. Bu hedefi, inşallah, sizlerle birlikte hayata geçireceğiz.
İlçe sınırları içindeki tüm işlerden, işlemlerden ve hizmetlerden sorumlu olan kaymakamlarımız, çalışmalarında ne kadar başarılı olursa, devletimiz de o derece güç kazanır. Pek çok kurumumuz gibi, kaymakamlık müessesesi de Osmanlı Devletinden devralınmıştır. Bizim gözümüzde başarılı kaymakam, görev yaptığı ilçeden ayrıldıktan sonra da uzun yıllar boyunca ismi hayırla yad edilen kişidir. Görev süresi içinde varlığı ile yokluğu belli olmayan, ilçeden ayrılır ayrılmaz da ismi unutulan kaymakam, kendini sigaya çekmelidir.
Sizlerin her birinin, Cumhurbaşkanı olarak şahsımı ilçenizde en iyi şekilde temsil edeceğinizden, hayırla yad edilecek başarılara imza atacağınızdan şüphe duymuyorum. Cumhurbaşkanı olarak, daima yanınızda olacağımızın da bilinmesini istiyorum.
“Demir yumruğumuzu göstermekten de asla geri durmadık”
Milletimizin bu topraklardaki bin yıllık varlığının neredeyse her günü mücadeleyle geçmiştir. İşte şimdi de yine uluslararası bir mücadelenin içindeyiz değil mi? Yedi düvel adeta saldırıyor, biz de yedi düvele karşı dimdik ayakta duruyoruz, ayakta durmaya devam edeceğiz. Kolay değil 911 kilometre sınır, bu bağıranlar, çağıranlar, konuşanlar bunların hiçbirinin burada sınırı var mı? Yok. Peki niye bunlar buralarla bu kadar ilgileniyor? Dert başka, onlara şimdi girmeyeceğim, gündemimizde değil ama biz 911 kilometre sınırı olan Türkiye olarak eğer taciz ediliyorsak buna karşı sessiz kalamayız, sessiz duramayız. Gereken neyse onu yapmaya mecburuz, yaptık, yapıyoruz ve yapacağız. Her kazanımımızın gerisinde çok büyük emek ve fedakarlık, her kaybımızın gerisinde çok büyük acı vardır. Malazgirt’ten girip Viyana önlerine kadar giden sonra da Meriç Nehri’ne kadar çekilmek zorunda kalan ecdadımız bu uzun tarihi süreç boyunca vakarlı duruşundan asla taviz vermemiştir.
Merhum Aliya İzzetbegoviç’in “Savaşı yenildiğimiz değil düşmanlarımıza benzediğimiz zaman kaybederiz” sözüyle ifade ettiği ilke, daima en önemli düsturumuz olmuştur. Gerçekten de millet olarak, kazanırken de, kaybederken de hep inancımızın, medeniyetimizin, kültürümüzün vaaz ettiği gibi davrandık. Bunun için, sadece İkinci Dünya Savaşında 50 milyon kişinin ölümünden sorumlu olanların bize insanlık dersi vermeye kalkmalarını acı bir tebessümle karşılıyoruz.
Türkiye’nin bu insani yaklaşımını zaaf olarak değerlendirmeye kalkanlara, kadife eldivenimizin içindeki demir yumruğumuzu göstermekten de asla geri durmadık. Son dönemde yaşadıklarımız bu hakikatler ışığında değerlendirilmelidir.
“Somut ve sonuç alıcı tekliflerde bulunduk”
Küresel düzeyde bir yeniden yapılanma sancılarının yaşandığı şu dönemin sembol mücadele alanı, hiç şüphesiz, Suriye topraklarıdır. Biz, Suriye krizi başladığı günden beri, bir yandan hayatlarını kurtarmaya çalışan masumlara kucak açarken, diğer taraftan sınırlarımızın güvenliğini sağlamanın çabası içinde olduk. Meselenin suhuletle, Suriye halkının özlemini duyduğu şekilde çözümü için, rejimden bölgeye müdahil olan güçlere kadar herkese çağrıda bulunduk, çaba gösterdik. 2015 yılında Antalya’da yapılan G-20 Zirvesinde tüm liderlere, bu konuda güvenli bölge dahil, somut ve sonuç alıcı tekliflerde bulunduk.
“AB’nin sonu bu samimiyetsizliği ve ikiyüzlülüğü yüzünden gelecek”
Dün Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu, Suriye’de uçuşa yasak bölge teklifi yapıyor. Biz bu teklifi, Suriye’nin dört bir yanında yüzbinlerce masum insan rejimin ve diğer güçlerin savaş uçaklarının bombardımanları altında can verirken gündeme getirmiştik. Oluk oluk kanın aktığı o günlerde, kimse bu teklife dönüp bakmamıştı. Şimdi Türkiye, Suriye’yi terör örgütlerinden temizleyip asıl sahiplerinin dönüşüne hazır hale getirirken, birden bu tür konular akla geliyor. Avrupa Birliği’nin sonu, işte bu samimiyetsizliği ve ikiyüzlülüğü yüzünden gelecek.
Bunun için Avrupa’dan yükselen ve buram buram riyakarlık kokan sözlerin bizim nezdimizde zerre kadar kıymeti yoktur. Öte yandan, yıllardır gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen, Suriye krizi çözülmek bir yana, DEAŞ adı altında bir örgütün de ortaya salınmasıyla, iyice içinden çıkılmaz bir hale geldi.
“Terör örgütlerini inlerinde vurarak, adeta felç ettik”
Suriye’de faaliyet gösteren terör örgütlerinin, bir süre sonra doğrudan ülkemizi hedef almaya başladıklarını da gördük. Bir yandan sınır bölgelerimizdeki şehirlerimiz taciz edildi, diğer yandan büyükşehirlerimizdeki PKK ve DEAŞ canlı bomba eylemleriyle canımız yakıldı.
Tabii bu saldırıların, son 6 yılda ülkemizde ardı ardına patlak veren pek çok hadisenin bir parçası olduğunu da biliyoruz. Karşımızdaki bu tablo üzerine, terörle mücadelemizde ve bağlantılı olarak bölge politikalarımızda köklü bir değişim kararı aldık.
Ülkemize yönelen tehditleri sınırlarımızda ve sınırlarımız içinde değil, doğrudan kaynağında ortadan kaldırma stratejisine geçtik. Irak’tan Suriye’ye kadar Türkiye’ye yönelik terör saldırılarının yaşandığı her yerde bu doğrultuda kritik adımlar attık. Terör örgütlerini inlerinde vurarak, adeta felç ettik. Yurt içinde de teröristlere göz açtırmadık.
“Askeri seçeneğe, daima en son çare olarak başvurduk”
15 Temmuz darbe girişiminin hedeflerinden biri de, Türkiye’nin terörle mücadeledeki bu etkili stratejisini çökertmekti. Allah’ın yardımı ve milletimizin cesaretiyle, darbe girişimini başarısızlığa uğratarak, bu büyük oyunun bir hamlesini daha boşa çıkarttık.
Hemen ardından da, Fırat Kalkanı Harekatıyla, karşı cevabımızı verdik. Daha sonra Zeytin Dalı Harekatıyla, büyük planın bir ayağını daha kırdık. Bu bölgelere geri dönen 365 bin sığınmacı, Türkiye’nin Suriye’de gerçekten insani duyarlılıkla adımlar atan tek ülke olduğunu gösterdi.
Tüm bu süreç boyunca siyasi ve diplomatik çabalarımızı kesintisiz sürdürdük. İdlib’de, Rusya ve İran’ın desteğiyle oluşturduğumuz nispeten stabil durum sayesinde, yüzbinlerce insanın hayatını kurtardık ve milyonlarca insanın da yerinden edilmesini engelledik. Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine olan saygımızı her fırsatta tekrarladık. Askeri seçeneğe, daima en son çare olarak başvurduk.
“Kolları sıvadık ve “bismillah” diyerek harekatımızı başlattık”
Türkiye, Barış Pınarı Harekatı aşamasına işte böyle bir sürecin sonunda geldi. Afrin’i teröristlerden temizlediğimiz günden beri, Fırat’ın doğusundaki terör oluşumuna da izin vermeyeceğimizi, her platformda ve en yüksek sesle, belki yüzlerce defa anlattık. Verilen sözlerin tutulmaması halinde planlarımızı kendi imkanlarımızla hayata geçirmek zorunda kalacağımızı, altını çize çize ifade ettik. Baktık ki kendimiz söyleyip kendimiz dinliyoruz, kolları sıvadık ve “bismillah” diyerek harekatımızı başlattık.
“Türkiye’nin kimseden izin almaya ihtiyacı yoktur”
Siyasete ve diplomasiye olan saygımız gereği, attığımız her adımdan önce, muhataplarımıza niyetimizi ve hamlemizi açıkça söyledik. Barış Pınarı Harekatına başlarken de, buradaki muhatabımız olan Amerika’yı gerektiği şekilde bilgilendirdik.
Sonradan anlaşılıyor ki, kendilerinden izin almak yerine sadece bilgi vermemizden de bayağı rahatsız olmuşlar. Halbuki Türkiye’nin, sınırları boyunca oluşturulmak istenen bir terör koridorunu yıkıp geçmek için kimseden izin almaya ihtiyacı yoktur.
“Teröristlerin kayıpları 787’yi buldu”
Bu kararlılığımızı sahada da gösterip, 120 kilometre genişlik ve 32 kilometre derinlikteki harekat bölgemizin üçte ikisine yakın bölümünü sadece 9 günde ele geçirdik. Elbette bu, kolay bir başarı olmadı. Teröristlerin sınır şehirlerimize attıkları havanlar ve füzeler sebebiyle 20 insanımız hayatını kaybetti, 184 vatandaşımız da yaralandı. Suriye tarafında teröristlerle yaşanan çatışmalarda 7 askerimiz ile bizimle birlikte mücadeleye katılan Suriye Milli Ordusundan 96 kardeşimiz şehit oldu. Ayrıca, 90 askerimiz ile 368 Suriye Milli Ordusu mensubu kardeşimiz de yaralandı. Buna karşılık teröristlerin kayıpları da 787’yi buldu.
“Barış Pınarı Harekatını başarıya ulaştırmış olduk”
Barış Pınarı Harekatına uluslararası alanda verilen tepkiler ile ülkemizdeki kimi kesimlerin tutumları, ileride ayrıca uzun uzun üzerinde durulması ve değerlendirilmesi gereken bir konudur. Onun için, işin bu kısmına şimdilik girmiyorum.
Harekat alanında ortaya çıkan bu tablo karşısında muhataplarımız nihayet sesimize kulak verdiler. Ülkemize gelen Amerikan heyetiyle oturduk, konuştuk; niyetimizi, amacımızı, hedefimizi açıkça belirttik. Sonuçta, harekatımıza 120 saatlik bir ara verilmesi halinde, teröristlerin belirlediğimiz bölgenin dışına çıkartılacağı sözünü aldık. Bunu da 13 maddelik bir mutabakat metniyle kamuoyuna duyurduk.
Salı günü akşam 22.00 itibariyle sona eren bu sürenin bitiminde, Amerika tarafı bize tüm teröristlerin harekat bölgemizden çıktığının garantisini verdi. Şimdi askerlerimiz ve Suriye Milli Ordusu karış karış harekat alanını tarıyor, tuzakları etkisiz hale getiriyor. Şayet bu arada karşımıza teröristler çıkarsa, onları tepelemek de en tabii hakkımızdır. Böylece, Barış Pınarı Harekatını başarıya ulaştırmış olduk.
“Aynı oyun, Münbiç bölgesinde de oynandı”
Resulayn ve Tel Abyad arasında güvenli hale getirdiğimiz bu 3 bin 817 kilometrekarelik alan, sınırlarımızı teröristlerden arındırma planımızın ilk aşamasını oluşturuyor. Terör örgütünün ve Amerika’nın telaşla attığı adımlar, harekat bölgemizin dışında ama asıl planımızın içinde kalan bölgelerde karmaşık bir durumun ortaya çıkmasına yol açtı. Harekat alanımızın doğusundaki Kamışlı ile batısındaki Ayn el-Arab bölgesi hızla Rusya desteğindeki rejim güçlerinin kontrolüne bırakıldı. Aynı oyun, Münbiç bölgesinde de oynandı.
“10 maddelik mutabakatı kamuoyuyla paylaştık”
Bizim amacımız; sınırlarımız boyunca terör örgütünden arındırılmış bir bölge oluşturmak olduğu için, karşımızdaki bu yeni duruma göre yeni değerlendirmeler yaptık. Salı günü, Rusya lideri Putin’le baş başa ve heyetlerimizle yaptığımız görüşmeler sonunda, Fırat’ın doğusunda yer alıp da harekat alanımız dışında kalan sınır bölgeleriyle ilgili bir mutabakata vardık. Terör örgütünün sınırlarımızdan tamamen uzaklaştırılması konusundaki uzlaşmayı içeren bu 10 maddelik mutabakatı da kamuoyuyla paylaştık.
“Kendi harekat planımızı hayata geçirmeye devam edeceğiz”
Buna göre, terör örgütü mensupları dün 12.00’da başlamak üzere 150 saat içinde, tıpkı Barış Pınarı Harekatı bölgesindeki gibi, sınırlarımızdan 30 kilometre uzaklaştırılacaklar. Bu 30 kilometrelik alanın ilk 10 kilometresi, Kamışlı şehir merkezi hariç, Türkiye ve Rusya ortak devriye bölgesi olacak.
Belirlenen süre sonunda terör örgütü bölgeden tüm unsurlarıyla uzaklaştırılabilirse, bu mutabakat da başarıyla hayata geçirilmiş olacaktır. Şayet terör örgütü, bu bölgelerden ülkemizi taciz etmeyi sürdürürse, biz kendi harekat planımızı buralarda da hayata geçirmeye devam edeceğiz.
“Türkiye’nin tavrı hala aynıdır”
Sonuçta, Fırat’ın doğusundaki yaklaşık 480 kilometrelik alanın 120 kilometresini şu anda doğrudan kendimiz kontrol ediyoruz. Kalan kısmında da Rusya ile birlikte durumu kontrol altında tutma kararına vardık. Elbette her anlaşma gibi Rusya ile vardığımız mutabakat da her iki tarafın buluşabilecekleri asgari şartları içeriyor. Türkiye’nin tavrı hala aynıdır.
Sınırlarımız boyunca ve Suriye toprakları içinde bölücü terör örgütünün ülkemizi tehdit eden bir hakimiyet alanı kurmasına izin vermeyeceğiz. Zaten böyle bir durum, herkesin üzerinde mutabık olduğu Suriye’nin toprak bütünlüğü ilkesine de aykırıdır.
“1 ile 2 milyon arasında sığınmacının geri dönüşünü sağlayacağız”
Güvenli hale getirilen yerlere, ülkemizden 1 ile 2 milyon arasında sığınmacının geri dönüşünü sağlayacağız. Uluslararası toplumun desteğiyle yürüteceğimiz bu proje için, hemen temaslara başlıyoruz. Asıl çözümün, Suriye’deki tüm kesimlerin katılımıyla oluşturulacak yeni Anayasa’nın teşkilinden ve buna göre yapılacak özgür seçimlerle şekillenecek yeni yönetimin işbaşına gelmesinden geçtiğini biliyoruz. Bunun için gerek Astana’da, gerek Cenevre’de yürütülen görüşmelerin, herkesin kabul edebileceği makul bir anlaşmayla sonuçlanması gerekiyor.
Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin sağlanması, ancak bu sürecin başarısıyla mümkündür. Aksi takdirde, ne Şam yönetimini kimse muhatap alır, ne de ülkedeki kaos sona erer.
Gerçekten derdi Suriye’nin ve Suriye halkının geleceği olan herkesin, bu sürecin başarısı için gayret göstermesi şarttır.
“Samimiyetimizi ve gayretimizi kimse inkar edemez”
Yeni Anayasa çalışmaları ve sonrasında ülkenin yeni yönetiminin belirlenmesi süreci, Suriye konusundaki niyetlerin ortaya konacağı bir test olacaktır. Türkiye olarak bizim bu konudaki samimiyetimizi ve gayretimizi kimse inkar edemez. Süreci, terör örgütlerini veya rejimi kullanarak sabote etmeye kalkacak herkesi dünya kamuoyuna ifşa edeceğimizin bilinmesini istiyorum.
Suriye halkının hayatını ve geleceğini, bölgeyle ilgili büyük planların mezesi olarak kullanmaya kalkanların karşısına önce biz dikileceğiz. Çünkü bu işin en büyük yükünü taşıyan biziz, en büyük bedeli ödeyen biziz.
“Biz bu oyuna gelmeyiz”
Amerika ve Rusya ile vardığımız mutabakatların amacına ulaşması, PKK-YPG ve DEAŞ terör örgütlerinin sınırlarımızdan başlayarak Suriye topraklarındaki varlığının tamamen sona erdirilmesine bağlıdır. Bunu muhataplarımıza da her fırsatta ifade ediyoruz. İster Amerika, ister Rusya, ister rejim, isterse bir başka güç olsun, terör örgütlerinden herhangi birini, isim, bayrak veya üniforma değiştirerek yeniden karşımıza dikmeye kalkarsa, biz bu oyuna gelmeyiz. Bu durumda, hiç kimse kusura bakmasın, kendi bildiğimiz yolda ilerlemeye devam etmekten asla çekinmeyiz. Bu yolda ödeyeceğimiz bedelin büyüklüğünü-küçüklüğünü de asla hesap etmeyiz.
“Tüm dünya PKK ile YPG’nin aynı örgüt olduğunu kabul etti”
Geçmişte bu oyun çok oynandı, ama geldiğimiz noktada tüm dünya PKK ile YPG’nin aynı örgüt olduğunu kabul etti.
Yine DEAŞ’ı yıllarca PKK-YPG’yi koruyup kollamanın bahanesi olarak görenler, bugün aslında her iki örgütün, tıpkı bir madalyonun iki yüzü gibi aynı amaca hizmet ettiğini de gördü. Uluslararası toplumun bunca vakittir, iki terör örgütünün anlaşmalı şekilde kurguladığı bir şantajın oyuncağı haline dönüşmüş olması çok acıdır. Hele hele koca devletlerin bu trajik oyunu ciddi ciddi sahiplenmeye kalkmaları çok daha acıdır.
“Barış Pınarı Harekatı, hakikatleri ortaya çıkarmıştır”
Türkiye’nin 9 Ekim saat 16.00’da başlattığı Barış Pınarı Harekatı, bu şantaj ve tiyatro sahnesini yıkmış, hakikatleri ortaya çıkarmıştır. Biz bu harekatla, sadece kendi sınırlarımızı güvenlik altına almakla, Suriyeli kardeşlerimizin önemli bir bölümüne ülkelerine geri dönüş imkanı sağlamakla kalmadık. Aynı zamanda bu harekatla, pek çok devlete ve kesime, terör örgütlerinin kendilerini soktuğu cendereden kurtulma şansı da verdik.
Ülkemizi hedef alan öfke selinin sebeplerinden biri de, bu gerçeğin ortaya çıkmasıdır. Çünkü, Suriye’deki kaotik durum, uzunca bir süredir, asıl niyetleri, asıl projeleri, asıl hesapları gizlemenin örtüsü olarak kullanılıyordu. Özellikle Avrupalı ve Amerikalı politikacılardan rejime kadar pek çok kesim, kendi başarısızlıklarını, terör örgütünü perde yaparak gözlerden saklama yoluna gidiyordu.
Barış Pınarı Harekatıyla, tam manasıyla takke düşmüş kel görünmüştür. Türkiye’ye karşı öfke nöbetleri geçirenlere diyoruz ki, artık bu oyun bitti.
Gelin, hep birlikte, ülkelerimiz ve Suriye halkı için en iyisi, en doğrusu, en hayırlısı neyse, onu yapacağımız yeni bir iklim oluşturalım. Türkiye’yi karşısına, terör örgütlerini yanına alıp çıkacak ve bu işi karla sonuçlandırabilecek kimse yoktur.
Buradan tüm dünyayı, demokrasi için, hukuk devleti için, insan hakları için PKK-YPG’nin, en az DEAŞ kadar tehlikeli bir terör örgütü olduğunu görmeye, kabul etmeye ve tavır almaya davet ediyorum. İşte bunu başardığımız gün, sadece Suriye’deki krizi çözmekle kalmaz, aynı zamanda dünyanın geleceği için de çok önemli bir kazanım sağlamış oluruz. İnşallah, Barış Pınarı Harekatı ve ardından yaşadığımız süreç, bu yönde hayırlı neticelere tebdil olur.
Bu duygularla bir kez daha yeni göreve başlayacak kaymakamlarımızı tebrik ediyor, başarılar diliyorum. Sizlere sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
Kaynak: TRT Haber