Cumhurbaşkanı Erdoğan: Yerli ilacı tüm aşamaları ile üretmeye kararlıyız

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Yerli ilacı tüm aşamaları ile üretmeye kararlıyız

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da 6. Türk Tıp Dünyası Kurultayı’nda konuştu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının satır başları şöyle; 

Tıp dünyasının kıymetli temsilcileri, dost ve kardeş ülkelerden gelen kıymetli sağlık bakanları ve heyet başkanları, değerli misafirler, hanımefendiler, beyefendiler, sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Yurt dışından gelen katılımcılara, ülkemize ve İstanbul’a hoş geldiniz diyorum. Toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Aziz Sancar Bilim Ödülüne ve teşvik ödüllerine layık görülen hocalarımızı da tebrik ediyorum. Bu yılki ana teması “Biyoteknoloji” olan kurultayımızın, katılımcıların bilgi ve tecrübe paylaşımıyla tüm insanlığa ışık tutacak sonuçlara vesile olmasını temenni ediyorum.

“Ülkemiz biyoteknoloji araştırmalarında da en üst sıralarda yer almalıdır”

Çağımızın vebası haline dönüşmüş olan kanser başta olmak üzere pek çok hastalığın tedavisinde kullanılan teknikleri ifade eden bu başlık altında ele alınan konuların her birini önemli görüyorum. Ülkemiz, Allah’ın insanlara verdiği nimetleri bulma, ortaya çıkarma ve faydaya dönüştürme çabası olarak kabul ettiğim biyoteknoloji araştırmalarında da en üst sıralarda yer almalıdır. Bunun için gereken her türlü çabayı göstermekte, her türlü desteği vermekte kararlıyız. Milletimizin ve insanlığın hayrına olan her türlü çalışmanın yanında yer almak bizim sadece devlet başkanı olarak sorumluluğumuz değil, aynı zamanda insani görevimizdir. Bu bakımdan, şu anda kapanış töreni vesilesiyle bir arada olduğumuz türden faaliyetlerin yaygınlaştırılarak sürdürülmesini bekliyorum.

“Her arayan bulamaz ama bulanlar sadece arayanlardır” sözü, en çok bilimsel çalışmalar için geçerlidir. Bizlere düşen görev; en doğruyu, en iyiyi, en güzeli, en hayırlıyı aramak, nasibimizde varsa bulmak ve insanlığın hizmetine sunmaktır. Bu yönde emek harcayan, gayret gösteren, başarı ortaya koyan herkese şükranlarımı sunuyorum.

Bugün Türkiye, sağlık alanında dünyanın en önde gelen ülkelerinden biridir. Her başarı gibi, Türkiye’nin sağlık alanında geldiği yerin gerisinde de çok büyük emek, fedakârlık, alın teri vardır.

“Sağlık çalışanlarının sayısını 378 binden 1 milyon 24 bine ulaştırdık”

Göreve geldiğimizde, ecdadımızın “Olmaya değvlet cihanda bir nefes sıhhat” ifadesine uygun şekilde, sağlığı önceliklerimiz arasında ilk sıralara çıkardık. Hemen kolları sıvayıp, tüm dünyada örnek alınan bir sağlık reformunu kısa sürede hayata geçirdik. Hastanelerin birleşmesinden, sağlık sigortası sisteminin geliştirilmesine, altyapı, araç-gereç ve personel eksiğinin giderilmesine kadar her alanda çok büyük yatırımlar yaptık. Hastane ve tedavi kurumlarımızın sayısını 2 bin 825’ten 5 bin 488’e yükselttik. Hastanelerimizin toplam yatak sayısını 239 bine, nitelikli yatak sayısını 145 bine çıkardık. Sağlık çalışanlarının sayısını 378 binden 1 milyon 24 bine ulaştırdık. Hastanelerimizde teşhis ve tedavi cihazlarından ambulanslara kadar her alanda sayıyı ve kaliteyi fevkalade yükselttik.

“Hedeflediğimiz düzeyde ve en makul maliyetle sağlık hizmeti vermeyi başardık”

Sağlıkta gerçekleştirdiğimiz büyük dönüşümde tek gayemiz vardı, o da milletimize en kaliteli sağlık hizmetini, en makul maliyetle sunabilmekti. Ülkemizde kişi başına yapılan sağlık harcaması 19 lira düzeyinden 140 liraya yükselirken, bireylerin ceplerinden yaptıkları harcama oranı yüzde 20 düzeyinden yüzde 17’ye geriledi. Sonuçta, hedeflediğimiz düzeyde ve en makul maliyetle sağlık hizmeti vermeyi başardık.

“Çok sayıda ülkeden gelen heyetler sağlık sistemimizi inceliyor, kendilerine uyarlamaya çalışıyorlar”

Bu hizmeti sadece kendi vatandaşlarımıza sunmakla kalmadık. Aynı zamanda üç kıtanın kavşak noktasında yer alan ülkemizi, sağlık alanında dünya çapında bir çekim merkezi haline dönüştürdük. Bugün çok sayıda ülkeden gelen heyetler sağlık sistemimizi inceliyor, kendilerine uyarlamaya çalışıyorlar. Gelişmiş ülkeler dahi sağlık sistemlerindeki tıkanıklıkları çözmekte zorlanıyor.  

 

Mesela, bir önceki Amerika Başkanı Obama, kendi ülkesinde, bizim sağlık reformunun çok küçük bir modelini gerçekleştirmeye çalıştı, ancak neticeye ulaşamadı. Diğer ülkelerin yaşadığı sıkıntıları söylemiyorum bile. Sağlık reformunun ilk adımlarını attığımızda, “bunu sürdüremezsiniz, batarsınız, bitersiniz” diyerek, bizi caydırmaya çalışanlar vardı. Hizmet kalitesi artarken vatandaşımızın üzerine düşen külfetin azalması, bize bu işin yürümeyeceğini söyleyenler başta olmak üzere herkesi şaşırttı. Niyet halis olunca akıbet de hayr oluyor.

Hayatın dinamizmi, ne kadar iyi olursa olsun bizi sağlık sistemimizi sürekli daha da ileriye götürmeye, geliştirmeye, güncellemeye yöneltiyor. Bu anlayışla, doktorlarımız başta olmak üzere tüm sağlık personelimizin niteliğinin yükseltilmesinden yerli ilaç, aşı ve tıbbi cihaz üretimine kadar her alanda çok önemli çalışmalar içindeyiz.

 

Yerli ilaç, aşı ve cihaz üretimini, öyle sadece adı yerli, kendisi yine dışa bağımlı şekilde değil, formülünün geliştirilmesinden nihai ürüne kadar tüm aşamalarıyla kendimize ait hale getirmekte kararlıyız. Vatandaşlarımızdan bazılarının yabancı menşeli ilaçlara ve aşılara mesafeli yaklaştığını görüyoruz. İlaçları ve aşıları, halkımızın hassasiyetlerine uygun şekilde üretip hizmete sunduğumuzda, bu sorunu da aşmış olacağız. Kamuda ve özel sektörde ilaç, aşı ve cihaz üretimlerinin gerçek anlamda millileştirilmesi hususunda gizli bir direniş olduğunu da biliyorum. Ülkemiz açısından stratejik bir öncelik olarak gördüğümüz bu hususta atılan tüm adımları ve yapılan tüm engellemeleri çok daha yakından takip altına alacağımızın bilinmesini istiyorum.

İnşallah önümüzdeki dönemde, milletimizin ve tüm insanlığın şifa vesilesi kurumlarımızla, tıkır tıkır işleyen sistemimizle, sağlık alanında ülkemizin yerini çok daha yüksek bir noktaya çıkartacağız. Bu süreçte elde ettiğimiz birikimi, tecrübeyi ve altyapıyı dostlarımızla paylaşmaktan da memnun oluyoruz. Hep birlikte hareket edersek, her meselemiz gibi, sağlıktaki sıkıntılarımızın üstesinden de daha kolayca geleceğimiz açıktır. 

“Tıp ve ilaç biliminin gayretleri ile insanların ortalama hayat süresi oldukça uzadı”

Rabbimiz dermansız dert vermez. Önemli olan bu derdin dermanının nerede olduğunu bulabilmektir. Bu topraklarda, kadim zamanlardan bu yana sağlık ve tıp konusunda çok farklı ciddi çalışmalar yürütülmüştür. İnsanın sağlığının nasıl bozulduğuna ve nasıl tedavi edileceğine ilişkin, bugün hala karşılığı olan başarılı eserler bırakılmıştır. İbni Sina yüzyıllarca önce özellikle anatomiye ilişkin olarak çağının çok ötesinde çalışmalar yapmıştır. Aynı şekilde Farabi’den El-Razi’ye, Şerafettin Sabuncuoğlu’ndan İbn Nefis’e kadar pek çok abide isim, eserleriyle çığırlar açmışlardır. Bunun yanında, coğrafyamızın her köşesinde farklı versiyonlarıyla anlatılan bir Lokman Hekim hikâyesi vardır. Bu efsanenin özünde, insanın ölümsüzlük formülünü bulma konusundaki çabası yatar. Aradan geçen binlerce yılda ölüme çare bulunamadı. Ama tıp ve ilaç biliminin gayretleri ile insanların ortalama hayat süresi oldukça uzadı.

Kimi Afrika ve Güney Asya ülkelerinde hala 50 yaşın altında hayat süreleri elbette mevcut. Bununla birlikte, dünya ortalamasında bu rakam erkeklerde 70’i, kadınlarda ise 74’ü buldu. Hatta Japonya ve İsviçre gibi kimi ülkelerde ortalama hayat süresi 84’e kadar çıktı. Buna karşılık, mesela Suriye gibi büyük yıkımlara uğrayan bir ülkede ortalama hayat süresi 73’ten 63’e geriledi.

Bugün 7,5 milyarı bulan bir dünya nüfusuna sahibiz. Karşımızdaki fotoğraf bize, ortalama ömür uzamakla birlikte, sağlık başta olmak üzere çeşitli alanlarda ciddi çarpıklıkların da büyüdüğüne işaret ediyor. Bir tarafta yüz milyonlarca insan açlıktan ölme tehdidiyle karşı karşıya… Diğer tarafta ise obezitenin önemli bir sağlık sorunu haline dönüştüğü yerler var. Bu çarpıklığın üzerinde hepimizin uzun uzun düşünmesi gerekiyor. Aynı şekilde, silahlanmaya harcanan paranın sadece bir kısmıyla, dünyada ne aç, ne de temiz su sıkıntısı çeken kimsenin kalmayacağı gerçeğini de dikkate almalıyız.

Günümüzde dev bir ekonomi haline dönüşen sağlık endüstrisinin, sadece bu maliyeti karşılayabilen ülkelere ve toplumlara çalışıyor olması da ayrı bir sorundur. Bu tür çarpıklıkların yol açtığı sosyal, siyasi, ekonomik kırılmaları dünyamızın geleceği için en büyük tehditlerden biri olarak görüyoruz. Birleşmiş Milletlerin daha adil, daha hakkaniyetli ve daha etkin bir yapıya kavuşturulması yönündeki çağrımızın sebeplerinden biri de işte budur. İnsanların ve toplumların daha adil bir gelecek konusundaki ümitlerini canlı tutmak hepimizin görevidir. Tabii ki bu mesele bilim adamlarından önce siyasetçilerin sorumluluk alanına girer. Ama unutulmamalıdır ki, siyasetçilere de bilim adamları yol gösterir. Sizlerin çalışmalarının ışığında, hep birlikte dünyamızı daha yaşanabilir hale getireceğimize inanıyorum.

Türkiye, hem kendi toprakları içinde, hem de bölgesinde ve dünyada yaşanan hadiselere daima insan merkezli yaklaşan bir ülkedir. Bugün ülkemizde kahir ekseriyeti Suriyeli olmak üzere, yaklaşık 4 milyon sığınmacı hayatını sürdürüyor. Bu büyüklükte bir sığınmacı topluluğuna, sadece gönüllü kuruluşlar eliyle sağlık hizmeti verilebilmesi mümkün değildir. Kurduğumuz sistem sayesinde ülkemizdeki sığınmacıların hepsi de, tüm şehirlerimizdeki sağlık kurumlarından, vatandaşlarımızla aynı şartlarda hizmet alabiliyor.

 

Aynı şekilde ilaçları da kendilerine ücretsiz olarak veriliyor. Dünyada böyle bir hizmeti verebilen başka bir ülke yoktur. Üstelik bu hizmet sadece sağlıkla da sınırlı değildir. Gıdadan barınmaya, eğitimden istihdama kadar her konuda ülkemizdeki sığınmacıları insani şartlarda yaşatmanın gayreti içindeyiz. Biz bu hizmetleri, paramız çok olduğu veya mecbur olduğumuz için veriyor değiliz. Tam tersine, gelir bakımından bizden katbekat ileride olan ülkelerin sığınmacıları nasıl bir sefalete mahkûm ettiğini sizler de görüyorsunuzdur. Kimse bizi sınırlarımızı bu mağdurlara açmaya da zorlamamıştır.

“Suriye krizi boyunca, neredeyse attığımız her adımda yalnız bırakıldık”

Tarihimizden ve kültürümüzden tevarüs ettiğimiz hasletlerimizin gereği olarak biz bu insani duruşu gösterdik, göstermeyi sürdürüyoruz. Asıl üzüntü verici olan ise, bu mücadelemizde büyük ölçüde tek başına bırakılmamızdır. Suriye krizi boyunca, neredeyse attığımız her adımda yalnız bırakıldık. Uzun uğraşlar ve fedakârlıklar neticesinde Suriye’de oluşturduğumuz güvenli bölgeler, bugün ülkedeki en huzurlu ve yaşanabilir yerlerdir.

Son olarak, Barış Pınarı Harekâtı ile Suriyeli kardeşlerimize huzur kalple geri dönecekleri yeni alanlar kazandırdık. Yıllardır milyonlarca sığınmacıyı topraklarımızda barındırmak için 40 milyar dolara yakın harcama yaptık. Buna karşılık uluslararası toplumdan aldığımız destek, Avrupa Birliği’nden gelenler dahil, yaklaşık 3 milyar Euro’da kaldı. “Bir damla petrolü bir damla kandan daha değerli” kabul eden zihniyetin gözü, Suriye’de ve dünyanın her yerinde kendi çıkarından başka bir şey görmüyor. Biz ise etrafımıza baktığımızda sadece insan görüyoruz, sadece can görüyoruz, sadece hayat görüyoruz. Diğerleriyle en büyük farkımız işte budur.

 

Suriye’nin petrol bölgelerini paylaşmak için yarışanlar, Türkiye’nin insani amaçlı girişimlerini engellemek için de her türlü baskıyı yapıyor. Son 8 yıldır Suriyeli sığınmacılar için sınırlarına dikenli tel örgü çekmekten başka hiçbir iş yapmayanlar, maalesef bugün de sığınmacıların vatan hasretini dindirecek çabalara mani oluyor. Türkiye’nin gayretlerine yönelik sergilenen çifte standardın takdirini sizlere bırakıyorum.

“Mazlumların ve mağdurların ümit kapısı olmayı sürdüreceğiz”

Sizler, 4 milyonu aşkın insana sadece sağlık hizmeti vermenin nasıl bir mali yüke karşılık geldiğini en iyi bilen kişilersiniz. Türkiye olarak bunun yanında, sınırlarımız dışındaki 3 milyon kişiye de hayatlarını sürdürebilmeleri için destek sağlıyoruz. Biz tüm bu hizmetleri, herhangi bir beklentiyle değil, insani ve ahlaki sorumluluklarımızın gereği olarak yaptık. Kimin ne dediğine, ne yaptığına bakmadan, sınırlarımız içinde ve dışında bu hizmetleri vermeyi, mazlumların ve mağdurların ümit kapısı olmayı sürdüreceğiz. Böylece, sadece kendi sorumluluklarımızı yerine getirmekle kalmayıp, aynı zamanda tüm insanlığın da onurunu kurtarmış olacağımıza inanıyoruz.

Bu duygularla bir kez daha 6’ncı Türk Tıp Dünyası Kurultayı’nın hayırlara vesile olmasını diliyor, katkı veren herkese teşekkür ediyorum. Ödüllerini takdim edeceğimiz bilim insanlarımızı bir kez daha tebrik ediyorum.

Sözlerime son vermeden önce Pakistan’da meydana gelen tren yangınında hayatlarını kaybeden 65 kardeşimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Ülkem, milletim ve şahsım adına, dost ve kardeş Pakistan halkına başsağlığı dileklerimi sunuyorum. Rabbime, tüm insanlığı bu tür kazalardan, afetlerden, musibetlerden korusun diye dua ediyorum.

Kaynak: TRT Haber 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir