Dünyaca ünlü İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi ya da tarihin ilk yazılı anlaşması Kadeş… İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunan eşsiz tarihi eserlerden bazıları. 1869’da Müze-i Hümayun adıyla kurulan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, güçlendirme ve restorasyon çalışmalarının ardından, ziyaretçilerini yeniden tarih yolculuğuna çıkarmaya başladı. İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Dr. Coşkun Aydın, TRT Haber’in müzedeki değişimle ilgili sorularını yanıtladı.
İstanbul Arkeoloji Müzelerinin önemi nereden geliyor?
Türkiye’de modern müzeciliğin kuruluşu 1869’a, yani 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanıyor. İçinde bulunduğumuz arkeoloji müzesi binası 1891’de açılmıştır. Buranın asıl adı Müze-i Hümayun’dur. İmparatorluğun ilk müzesidir. Buranın kuruluş kararını veren, takip eden Sultan II. Abdülhamid’dir. Tabii bu müzenin kuruluşunda Osman Hamdi Bey’in çok önemli bir rolü vardır. Zaten modern müzeciliğin öncü isimlerinden kabul edilir. Mimari dokusuyla, içindeki eserlerle dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden birisidir. İlk on içerisinde yer alıyor. Dünyada müze binası olarak tasarlanan ilk on müzeden birisidir aynı zamanda.
Müzede hangi önemli eserler sergileniyor?
Osmanlı İmparatorluğunun, Devlet-i Aliye’nin farklı bölgelerinden çıkan eserlerin toplandığı müzedir. Farklı medeniyetlerin, kültürlerin, devletlerin eserleri burada sergilenmektedir. Kurulma amacı da yapılan kazılar neticesinde otaya çıkarılan arkeolojik eserlerin sergilenme ihtiyacıdır. Dünyanın çok nadide eserleri burada yer alır. İlk yazılı anlaşma olan Kadeş Anlaşması, İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi burada. Dünyanın hiçbir bölgesinde göremeyeceğimiz çok sayıda arkeolojik eser burada yer alıyor. Antik çağlara kadar giden eserleri bir arada barındıran bir müze. Bu yönüyle İstanbul Arkeoloji Müzeleri, dünyada eşine pek rastlanmayacak bir zenginliği, koleksiyon birikimini ihtiva etmektedir. Burada yaklaşık 1 milyon eser yer almaktadır.
Müze, uzun süredir restorasyon nedeniyle kapalıydı. Bu süreçte yapılan çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Hem ülkemiz tarihi açısından, hem dünya medeniyet tarihi açısından hem de dünya müzeciliğinde böylesine son derece önemli olan bir yapının korunması, geliştirilmesi Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak bizim temel görevlerimizden birisidir. Bakanlığımız bu anlamda İstanbul Arkeoloji Müzelerinin restorasyonuna, teşhir ve tanzim çalışmalarına son derece önem vermiştir. Deprem riskleri de dikkate alınarak bu bina önde gelen bilim adamlarının değerlendirmesi sonucunda restorasyona tabii tutulmuştur. Basit bir restorasyon değildir. Binanın muhtemel afetlere karşı korunmasını sağlayabilecek, ciddi bir güçlendirmeyi de içine alan restorasyon çalışması başlatılmıştır. Yaklaşık 7-8 yıl bu çalışmalar sürdü. Ve geçtiğimiz ay sayın Bakanımızın da ziyaretiyle birlikte 7-8 sergi salonunun açılışı gerçekleşti.
Restorasyon sırasında eserler bir başka yere mi taşındı?
Restorasyon sırasında eserlerimiz yerinden oynatılmadı. Temel ilke olarak bakanlığımız şu anlayışı benimsedi: Eserler yerlerinden ayrılmayacak, bakım ve onarımları da yerinde yapılacak. Bakanlığımızın laboratuvar uzmanları eserleri burada restore ettiler, bakımını yaptılar. Bunun için ufak bir atölye de var. Zaman zaman ziyaretçilerimiz eserlerin bakımlarına da şahit olabiliyor.
Teşhir ve tanzim tasarımında ne gibi yenilikler yapıldı?
Dünyadaki bu tür müzelerin uyguladığı teşhir ve tanzim politikalarını araştırdık. Örnek, güzel, ehlinin takdir ettiği önde gelen uzmanların içinde yer aldığı teşhir ve tanzim çalışması gerçekleştirildi. Ben de bir tarihçi olarak yıllardır bu müzeyi ziyaret ederim. Bu yeni sergi salonlarımızın kurgusuyla, sergilemesiyle ve hikayesiyle çok daha beğeni kazandığını, ilgi çektiğini ve ziyaretçilerini memnun ettiğini görüyoruz. Kültür Turizm Bakanlığımız, hakikaten bu müzedeki çalışmalara büyük önem veriyor.
Halen kapalı olan bölümler ne zaman açılacak?
Yeni açılan sergi salonlarımız hakikaten çok büyük bir beğeni görüyor. Şu anda yürüyen restorasyon çalışmalarının 2020 içerisinde tamamlanması hedefleniyor. Bakanımız Sayın Mehmet Ersoy, ziyaretçileri daha fazla müzeden mahrum etmememiz için biten bölümlerin bir an önce açılmasını sağladı.
Müze-i Hümayun adıyla kuruldu
İstanbul Arkeoloji Müzeleri, 1869 yılında Müze-i Hümayun adıyla kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ve en önemli müzesi olan İstanbul Arkeoloji Müzelerinde, tarihin farklı dönemlerine ait bir milyonu aşkın eser yer alıyor.
Birbirinden değerli eserlere ev sahipliği yapan müzenin binası da içindeki eserler kadar dikkat çekiyor. Müze binasının yapımına o dönem duyulan ihtiyaç doğrultusunda karar verildi. Her şey, dönemin en önemli keşfi olarak kabul edilen Sidon Kral Nekropolü Kazıları’nda çıkarılan İskender Lahdi ve Tabnit Lahdi gibi eserlerin bulunmasıyla başladı. İstanbul’a getirilen bu eserlerin sergileneceği bir binaya ihtiyaç duyuldu. Böylece arkeolog, ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey öncülüğünde inşa çalışmalarına başlandı. Dönemin ünlü mimarlarından Alexandre Vallaury tarafından neoklasik üslupta inşa edilen yapı, 13 Haziran 1891’de ziyarete açıldı. Daha sonra kuzey ve güney kanatları eklenerek bugünkü ana müze binası ortaya çıktı.
Ünlü lahitler bir arada
Dünya tarihine ışık tutan pek çok esere ev sahipliği yapan İstanbul Arkeoloji Müzeleri “Arkeoloji Müzesi”, “Eski Şark Eserleri Müzesi” ve “Çinili Köşk” olmak üzere üç bölümden oluşuyor.
Arkeoloji Müzesi giriş katı salonunun sağında Arkaik dönemden Roma dönemine uzanan Antik Çağ heykelleri bulunuyor. Sol taraf ise Sidon Kral Nekropolü’nden getirilen meşhur İskender Lahdi, Ağlayanlar Kadınlar Lahdi ve Tabnit Lahdi gibi değerli eserlere ayrılmış.
Müzeye sonradan eklenen binalarda da yine sayısız değerli eser sergileniyor. Bodrum katında değişik çağlara ait civar buluntu ve tümülüs kazılarında ortaya çıkarılmış eserler dikkat çekiyor. 1998 yılında açılmış olan “İstanbul Çevre Kültürleri” bölümü ile “Thrakia-Bithynia ve Bizans” bölümleri bu kısımda. Müzenin birinci katında “Çağlar Boyu İstanbul”, ikinci katında “Çağlar Boyu Anadolu ve Troia”, en üst katında ise “Anadolu’nun Çevre Kültürleri: Suriye, Filistin ve Kıbrıs Eserleri” karşınıza çıkıyor.
Selçuklu ve Osmanlı mirasları
Müzede yer alan ikinci bölüm olan Çinili Köşk, 1981’den bu yana İstanbul Arkeoloji Müzeleri bünyesinde ziyaret edilebiliyor. İçindeki eserler kadar mimarisiyle de dikkat çeken Çinili Köşk, Selçuklu etkisindeki Osmanlı sivil mimarisinin İstanbul’da bulunan tek örneğidir. Köşkte 11’inci yüzyıldan 20’inci yüzyılın başlarına kadar uzanan döneme tarihlenen Selçuklu ve Osmanlı çinileri ile seramikler görülebilir.
Tarihin ik anlaşması: Kadeş
Eski Şark Eserleri Müzesi ise İstanbul Arkeoloji Müzelerinin üçüncü bölümü. Bina, Osman Hamdi Bey tarafından 1883 yılında Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi (Güzel Sanatlar Akademisi) olarak yine ünlü mimar Alexandre Valery’ye yaptırılmış. Müzede İslamiyet öncesi Arap Yarımadası, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu eserleri yer alıyor. Bunlar arasında Arami yazıtlı güneş saati, Mısır mumyaları, Akad Kralı Lugal Dalu’nun heykeli öne çıkan eserler arasında. Bu bölümde en fazla ilgi çeken eserlerin başında ise tarihin ilk anlaşması olan Kadeş geliyor.
Türk müzeciliğinin kurucusu Osman Hamdi Bey
1842’de İstanbul’da doğan Osman Hamdi Bey, 1857’de henüz 15 yaşındayken hukuk eğitimi almak için Paris’e gitti. 12 yıl Paris’te kaldı. Bu süre içerisinde ünlü ressamlara ait atölyelerde çalıştı. Ülkeye döndükten sonra devletin farklı kademelerinde görev aldı. 1875’te Kadıköy’ün ilk belediye başkanı oldu. 1881’de Müze-i Hümayun Müdürlüğüne getirildi. 1 Ocak 1882’de Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin müdürlüğünü üstlendi.
Müze müdürlüğü sırasında ilk Türk bilimsel kazılarını başlattı. Nemrut Dağı, Lagina (Muğla-Yatağan) ve Sayda’da arkeolojik kazılar gerçekleştirdi. İstanbul Arkeoloji Müzesi binasını inşa ettirerek kent tarihine eşsiz bir eser bıraktı.
Osman Hamdi Bey, tüm bunların yanı sıra resim yapmayı da sürdürdü. Fırçasından “Kaplumbağa Terbiyecisi”, “İstanbul Hanımefendisi”, “Kur’an Okuyan Kız” gibi dünyaca ünlü eserler çıktı. Osman Hamdi Bey, sanat ve arkeoloji alanında derin izler bırakarak 24 Şubat 1910 günü hayata veda etti.
Kurgu: Ünsel Ayhan Aybek