Kore gazisinin tarihe ışık tutan savaş günlükleri

Kore gazisinin tarihe ışık tutan savaş günlükleri

Türk askerinin Kore macerası, ülkenin kuzey ve güney olarak ikiye ayrılmasıyla başladı. İki taraf arasındaki sorunlar, 25 Haziran 1950’de Kuzey Kore ordusunun sınır olarak belirlenen 38’inci paraleli geçmesiyle en üst seviyeye çıktı. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) devreye girdi, Kuzey Kore’yi saldırıları durdurması için uyardı. Ancak sonuç alınmadı.

Savaş artık kaçınılmazdı. Birleşmiş Milletler (BM) 27 Haziran’da üye ülkeleri Güney Kore’ye askeri yardımda bulunmaya davet etti. O günlerde Türkiye 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan NATO’ya girmek istiyordu. Güney Kore’ye asker gönderilmesi aynı zamanda bu sürece katkı sağlayacaktı. Böylece 25 Temmuz 1950’de Kore’ye asker gönderme kararı alındı.

İlk yola çıkan askeri birlikte yer aldı

Takvimler 17 Eylül 1950’yi gösterdiğinde Güney Kore’ye destek için Türk askeri yola çıktı. Tahsin Yazıcı komutasındaki 5 bin 83 kişilik Türk Tugayı’ndaki askerlerden biri de Kore gazisi Kazım Ünlü’ydü. Ünlü, Kore’de geçirdiği son güne kadar yaşadıklarını günlüğüyle paylaşmaktan vazgeçmedi. İşte Başgedikli Kazım Ünlü’nün geride bıraktığı savaş günlüklerinden kesitler.

Kore gazisi Kazım Ünlü’nün kaleminden…

20 Eylül 1950

Kırıkkale istasyonundayız. Kalabalık bir halk kitlesi askere su dağıtıyor. Her vagona da birer sepet üzüm hediye olmak üzere konuluyor. Bu esnada genç, temiz pak giyinmiş bir şahıs yanıma gelerek, evvelce yanımda bulunduğunu ve harp sanayi eri olduğunu söyleyerek, güle güle gidip gelmemiz temennisinde bulunarak ayrılıyor. “Var ol Türk Ordusu” sesleri ve bir alkış tufanı arasında yola devam ediyoruz.

19 Ekim 1950

Saat 13.20’de: Moğol ve Turanîlerden olan Çin, Japon ve Rus işgalinde II. Cihan Harbi sonuna kadar inleyen ve 25.06.1950 günü tekrar Rus taraftarı Komünist Kuzey Korelilerin tecavüzüne uğrayan ve dolayısıyla son durumu itibarı ile adı dillere destan olan ve neticeden kendisine çok hem de pek çok ülkelerden yardımına koşan birçok orduların harekâtına bir sahne teşkil eden bedbaht Güney Kore topraklarına ayak basmış bulunuyoruz.

29 Ekim 1950

Bulunduğumuz kamp şanlı Türk bayraklarımızla donanmış. Birlikler tören için hazırlanıyor. Tören saat 10.00’da başlıyor. Daire çok uzak olduğu için törene yetişemiyoruz. Bizim için kutsal bayramlarımızdan biri olan bir Cumhuriyet Bayramı’nda herkesin neşe içinde olması gerekirken yurt dışında ve güzel anavatandan çok uzak yerlerde kutlamak bilakis herkese bir hüzün vermişti. Törene başlandığı zaman Türkiye’de saat 03.00 olması dolayısıyla anavatandakiler daha mışıl mışıl uyuyorlardı. Tabi bu uyuyanlar içinde büyüklerim, vefakar eşim, yuvamızın gülü olan yavrularım da vardı. Vatan dışında ilk olarak geçirdiğim bu bayramda hiç şüphesiz yasım çok büyüktü. Bugünün yarattığı hüzün olan günlerimin (saatlerin) nasıl geçtiğini, nerede, ne yaptığımı bile bilmiyorum. Allah kimseyi vatanından ve bilhassa yuvasından ayırmasın. Çok hem de pek çok ağır oluyor.

3 Kasım 1950

Yavaş yavaş harbe hazırlık alametleri kendini gösteriyor. Bu gidişle pek yakın bir zamanda hareketimiz muhtemel gibi görünüyor. Akşam dairede erlere harita işaretlerine ait ders veriyor, ondan sonra Ankara radyosunu dinliyorum. Bazı şarkılar çalınıyor.

17 Kasım 1950

Ekmek yerine un verildiğinden ve bunu ekmek yapmayı kimse bilmediğinden sabahleyin un çorbası, çay, reçel, öğleyin de ekmeksiz yiyoruz. Yine ekmek yüzüne hasret gibiyiz. Saat 13.00, şanlı bayrağımız Taedong kampının bayrak direğine çekiliyor. Öğle ve akşam yemekleri de ekmeksiz geçiyor. Mesai her gün olduğu gibi bugün de saat 22.00’ye kadar devam ediyor.

20 Aralık 1950

Geceyi dün aldığım mektubun sevinç ve neşesi içinde geçiriyor, belki de en tatlı ve iyi uyku uyuduğum ilk gecelerden biri oluyor. Sabahleyin aynı sevinç ve neşe içinde kalkarak normal mesaiye devam ediyorum. Allah kimseyi mektupsuz bırakmasın. Çok zor oluyor vesselam.

18 Ocak 1951

Sabahın erken saatlerinde geceki (Çinlilerin barış için verilen notayı ret ettiklerine dair) ajans haberi herkesi sukutu hayale uğrattığı ve müteessir ettiği sezilmekte ve bu gidişle artık harp felaketinden kurtularak vatana dönmek ümitleri de tamamıyla kırılmış olduğu müşahede edilmektedir.

4 Şubat 1951

Bütün gün muharebe şiddetiyle devam ediyor. Topçular yağmur gibi düşman üzerine mermi yağdırırken uçaklar düşman mevzileri üzerinde hep kartallar gibi mütemadiyen dolaşıp onlara havadan pünk atıyordu. Bugün bu muharebelerde 2 erimiz şehit 1sb. 1gd. ve 12 erimiz yaralanmıştır. Düşman zayiatı ise ancak görülen 244 ölü 732 yaralıdır.

29 Nisan 1951

Alay ihtiyatta. Düşman mukavemeti oldukça kırılmış ve ilerlemeleri de nispeten durdurulmuştur. Bütün gün uçak ve topçularımız düşmanı baskı altında tutmuş ve en ağır darbeleri indirmiştir.

12 Mayıs 1951.

Günlerden beri cephede önemli bir düşman faaliyeti yok. Günlerimiz bunaltıcı bir hava içinde geçiyor. Yakalanan esirlerin ifadesine ve düşman telsiz muhaberesinin çalınmasına göre düşmanın pek yakında taarruza devam edeceği anlaşılıyor.

Günlükler vefatından sonra bulundu

2013 yılında hayatını kaybeden Kore gazisi Kazım Ünlü’nün Kore Savaşı’nda tuttuğu günlükler, vefatının hemen ardından ailesi tarafından bulundu. O günden bugüne kadar aile tarafından büyük özenle saklanan hatıraları şimdilerde torunu Saygı Ünlü gelecek nesillere aktarmak için koruyor.

Dedesinin günlüklerinden aldığı kesitleri sosyal medyadan da düzenli olarak paylaşan Ünlü; “Bu anılar bir ailenin hatıralarından ziyade bir milletin hatırasıdır” diyor. Ünlü, dedesinin günlüklerini ve yaşadıkları süreci şu sözlerle anlatıyor:

“Dedem hayatı boyunca, vefatına kadar bizlerle hiç bu anılarını paylaşmadı. Vefatından sonra biz bu günlükleri bulduk ve okuma şansına eriştik. Dedem günlükleri yazmaya 20 Eylül 1950’de başlıyor ve 13 Ağustos 1951’e, yani ülkeye dönüşüne kadar yazmaya devam ediyor. Günlüklerin içerisinde gittiği yerler, yaşadıkları ve hissettikleri gibi birçok detay var. Ama günlüklerde beni en çok etkileyen hasretini ve özlemini mısralara döküşüydü, mektup bekleyişiydi daha çok. Aylarca her günün sonunda yazdığı günlükte usanmadan ‘Bugün de mektup yok’ diye serzenişte bulunduğunu gördüm. Hatta en sonunda ‘Bugün de mektup yok, doğruymuş meğer gözden ırak olanın gönülden de ırak olduğu’ diye bir cümle sarf ediyor ve bir daha ne bir mektup lafı geçiyor ne de özlemiyle hasretiyle ilgili tek bir kelam ediyor. Sonrasında mektuplar gidip geliyor ama bir dönem bu şekilde geçiyor.”  

TRT

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir