Özersay:Devletimizi başta laiklik olmak üzere Atatürk ilkeleri temelinde kurduk, aynı şekilde yaşatacağız

Özersay:Devletimizi başta laiklik olmak üzere Atatürk ilkeleri temelinde kurduk, aynı şekilde yaşatacağız

Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 36. yaşı nedeniyle Türkiye’nin ulusal kanallarından Global TV’ye katılarak Kıbrıs Türk halkının mücadelesini, dününü, bugününü anlattı ve gündemin öne çıkan başlıklarını değerlendirdi.
Programda Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı’nın sorulması üzerine “Bütün kimlik mücadelemizde her eşikte yanımızda duran bir Türk halkı ve Türkiye Cumhuriyeti var. Biz de Türkiye’nin davalarından ‘yanındayız’ diyebilmeliyiz. Hassasiyetleri görebilmemiz gerekir.” İfadesini kullanan Özersay sözlerine şöyle devam etti: “KKTC bizim kendi kendimizi yönetebilmemizin en önemli sembolü. Biz bu devleti Atatürk ilkeleri çerçevesinde, demokratik, laik bir devlet olarak kurduk. O şekilde de yaşatmaya kararlıyız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Dönem dönem KKTC’de veya Türkiye’de farklı siyasi iktidarlar gelir. Bir siyasi iktidar ve ona bakışınız üzerinden bir halkı rencide etmek doğru değildir.”

Devlet sahibi olmak bir ayrıcalıktır, kıymetini bilmeliyiz”

Cumhuriyet ilan edildiğinde 10 yaşında olduğunu, kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’ın konuşmasını dinlerken çok heyecanlandığını anlatan Kudret Özersay, Kıbrıs Türkü olmayı “gurur verici” olarak yorumladı. Başbakan Yardımcısı o zaman yaşadıklarını şu sözlerle anlattı: “Cumhuriyet Meclisi’nin önünde 10 yaşında bir çocuktum. Büyük bir heyecanı yaşadım ama ne olduğunu da tam bilmiyordum. Okuldayken öğretmenlerimizle birlikte topluca gittik Meclis’in önüne. Meclis’in önü, sokaklar insan kalabalığından geçilmiyordu. Devlet ilanından bahsetmişti öğretmenlerimiz ama ne olduğunu tam anlamamıştık. Yine de ülke için çok önemli bir şey olduğunu hissedebiliyorsunuz. Büyük bir enerji ve duygusallık var. Kurucu Cumhurbaşkanı rahmetli Rauf Raif Denktaş’ın konuşması yeterdi zaten. O kadar duygu yüklü, kendinden emin, gelecek vaad eden, kendi kimliğinizle gurur duymanızı sağlayacak şekilde konuşuyordu ki, hep öyleydi zaten, o özgüveni bize vermesi açısından son derece güzel bir duyguydu bizim için. Sonradan büyüdükçe biz daha bir anlamlandırdık. O günü yaşayan biri olarak bugün o Meclis’in içinde olmak çok önemli bir şey benim için.
Hayat bir mücadeledir. Kıbrıs Türkü için çok daha büyük bir mücadeledir bence. Bir kimliği var edebilmek ve o kimliği olduğu gibi yaşatabilmek için hep mücadele etmiştir Kıbrıs Türkü. Hayatımın büyük bir kısmını da bununla örtüşür şekilde okumaya çalıştım. Kıbrıs Türk halkının en karakteristik özelliği başkaları tarafından yönetilmeyi kabul etmemesidir, bağımsızlığıdır, kendi geleceğini kendi tayin etmek istiyor olmasıdır. Self-determinasyon hakkımız olduğunu herkes biliyor aslında ama uluslararası dengeler ve konjonktür nedeniyle bunu kabul etmek istemiyorlar belki. Birilerinin bir şeyi kabul etmek istemiyor oluşu, sizin haksız olduğunuzu göstermez. Çok toplum var ki, nice göçler ve acılar yaşadılar ama bir devlet sahibi olamadılar. Kıbrıs Türkü bu açıdan şanslıdır. Birileri tarafından bahşedilmiş bir şey değildir devlet. Hem kendi mücadelemizle hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğiyle vardığımız bir noktadır.”

Ülkemde fikir ve argüman geliştirerek mücadele etmeyi seçtim”

Sunucunun, henüz daha altı aylıkken babasının şehit olduğuna vurgu yaptığı programda Kudret Özersay, bunu öğrenip kavramaya başladığı andan itibaren bu ülke için mücadele etmesi gerektiğini düşündüğünü anlattı. Özersay şu sözlerle devam etti: “Türkiye’ye öğrenimim için geldim ama kalamadım. Hep söylerim; bir dolap alıp da eşyalarımı içine koyamadım, bavulun içinde tuttum. Hep aklımda Kıbrıs’a dönmek vardı çünkü. Sadece babam da değil; amcam, iki dayım, hepsi şehit. Onların verdiği mücadele doğrultusunda bir mücadele etmek istiyorsam ülkemde, ailemin yanında olmam gerektiğini düşündüm. Kuşkusuz 1950’lerin, 1960’ların, 1970’lerin koşullarında silahlı bir mücadele söz konusu oldu ama 90’larda 2000’lerde masa başında fikirle, argüman geliştirerek, uluslararası alanda temsil ederek de bu mücadeleyi yüceltmek mümkündü. Ben de bu yolu seçtim. Hem şartların getirisi hem hissiyat olarak hem de kimliğimin, ailemin bana verdiği eğitimin bir parçası olarak Kıbrıs halkının mücadelesini bu platformda sürdürme şansını buldum. Benim için büyük bir gurur.”

Hangi milletten olursa olsun, hiçbir çocuk yaşadıklarımı yaşamasın!

Politis Gazetesi’nde geçen temmuz ayında yer alan; aralarında Kudret Özersay’ın babasının da bulunduğu 13 kişinin ölümüne ilişkin savaş suçu işlediklerine dair itirafına karşılık Özersay’ın yaptığı yorum da programın konu başlıklarından biriydi. “Küçük ama iyi bir başlangıç. Nefret üretmek doğru değil” yorumunu Global TV’de de gündeme gelmesi üzerine Başbakan Yardımcısı şu açıklamayı yaptı: “Karşı tarafı düşman görerek uyuşmazlıkları çözemezsiniz. Bütün bunları yaşamış biri olarak ister bir Kıbrıs Türkü veya Kıbrıslı Rum olsun; hiçbir çocuğun benim yaşadıklarımı yaşamasını istemem. O nedenle muhataplarımızı düşman olarak görmememiz gerekir. Rakip ya da farklı görüşte olabilir ama bir orta nokta bulmak mümkündür. Nihayetinde hepimiz insanız. O nedenle bir çocuğun, annenin, babanın yaşadığı sıkıntı, acı, travma milliyetine göre değişmez; acı acıdır. Bir gazetenin bir itirafı var. Bundan geleceğe yönelik bir ders çıkarmak gerekir. Kıbrıs Rum siyasi liderliği alıp ne kadar ileriye taşır bilmiyorum. Siyasi liderlik bir toplumun içindeki farklı paydaşlardan neşet eden bir şeydir. O nedenle az da olsa tartışılmaya başlanması, şimdi olmasa da belki 10 sene sonra iktidara da yansır. Bunun için mücadele etmeye değer. Tabii eğer o kavramlar laf olsun diye kullanılmıyorsa. Kıbrıs’ta barış, çözüm istiyorum dediğinizde istiyor gibi görünmekle, yürekten isteyip gerçekten açık yüreklilikle konuşup çaba sarfetmek arasında fark var diye düşünüyorum.”

“Kıbrıs Türkü kimseye yama olmayı kabul etmez”

“15 Kasım 1983’te cumhuriyeti ilan ettiğimizde Güvenlik Konseyi KKTC’ye karşı bir karar aldı. Oysa KKTC, olası herhangi bir gelecek ortaklığının en önemli güvencesi aslında, ikinci ayak. Kıbrıslı Rumların fiiliyatta bir devleti var şu an. Kıbrıslı Türklerin de var. Bu ikisinin kuracağı bir ortaklıktır. Aksi halde bir devlete bir toplumu veya halkı yamamış olursunuz. Biz bunu asla kabul etmeyeceğiz. Mücadelemiz de bunun içindir.” Şeklinde sözlerini sürdüren Başbakan Yardımcısı, KKTC’nin Kıbrıs’ta bir çözümün önünde bir engel olmadığının altını çizdi: “Bilakis KKTC çözümün en sağlam zeminidir. BM Genel Sekreteri’nin son açıklamasına da baktığımız da görünen şey şu; bizim artık farklı çözüm modellerini oturup samimiyetle Kıbrıslı Rumlarla konuşmamız gerekiyor. Bunu herkes görmeli. Şunu yapabilirsiniz; ‘Hayır federasyon müzakeresi devam edecek’ deyip bir tercihte bulunursunuz. Sonucunu bu kadar yıllık tecrübemle söyleyebilirim. Bu, Kıbrıs’ta statüko 50 sene daha devam edecek demektir. İlkesel olarak bunu yaşayıp gördükten sonra farklı farklı Rum liderleri geldiğinde de bu pozisyonun hiç değişmediğiniz bizzat yaşayarak gördükten sonra şartlar ne olursa olsun olmayacak bir şeyin müzakeresini yapmaya o masaya oturmam.”

“Taraflar nasıl bir ortaklık sorusunun yanıtında 50 yıldır anlaşamadı”

Kudret Özersay gelen soru üzerine; BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Kıbrıs müzakerelerine ilişkin sunduğu raporda yer alan “Barış sürecine yönelik hava Kıbrıs ve çevresinde devam eden gerginlikler nedeniyle bu süreçte kötüye gitti ve iki taraf müzakereleri başlatacak referans kavramları üzerinde hala anlaşamadı.” ifadesini şaşırtıcı bulmadığını söyledi. Bu noktaya gelinmesini ise, bazı şeylerin samimiyetle konuşulmamasına bağladı: “50 yılı geçti… Yarım asırdan fazla bir süredir biz sanki aynı şeyi istiyormuşuz ve bunu kurmaya çalışıyormuşuz gibi davrandık aslında. Kıbrıs Rum tarafını da suçlamadan söylüyorum bunu; Kıbrıs’ta iki toplumlu iki bölgeli bir federal ortaklık istediğimizi söyledik hep. Geldiğimiz noktada tarafların aslında federasyon derken birbirinden tamamen farklı şeyler anladığı çıktı ortaya. Genel Sekreter aslında şu anlamda doğruyu söylüyor; ‘taraflar hangi zemin üzerinden müzakere edecekleri konusunda ve kavramlarda anlaşamadılar’ diyor.
Şu anda kavramlar belgesi, yani müzakerenin ne için, nasıl bir ortaklık için yapılacağı konusunda taraflar hemfikir değil. Bırakın onun kurulması, yetkinin paylaşılması ve nasıl bir sonuç ortaya çıkacağını; ‘nasıl bir ortaklık’ sorusunun yanıtında anlaşamadıklarını 50 yıldan sonra yeni anladı taraflar. Biz böyle bir noktadayız şu anda. O nedenle dogmatik yaklaşmaktan vazgeçmek gerekiyor. Kıbrıs’ta sadece federasyon olacak, başka bir şey olmaz derseniz hata yapmış olursunuz. Uzunca bir süre bu yapıldı. Federasyon kötü bir ortaklık veya kötü bir devlet yönetim modeli değil; dünyanın pek çok yerinde federasyonla yönetilen ülke var. Amerika’dan, Kanada’dan, Almanya’dan, Avusturya’dan Pakistan’dan, Hindistan’dan bahsedebilirsiniz. Kıbrıs’ta federasyonun şartları yok. Federal bir ortaklık yerine, Kıbrıs’ın mevcut şartlarına uygun ortaklık modellerini konuşabiliyor olmamız gerekiyor. Bunu söylediğimiz zaman bizi uzun zaman ‘çözüm karşıtı’ ya da ‘ayrılıkçı’ olarak tanımladılar.”

Yarım asırdır bir statükoya hapsolduk, bunu kırmak için kozlarımızı ortaya koyduk”

Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmaları ve Kapalı Maraş’la ilgili atılan adımların sahada Rumlarla durumu dengelemek adına doğru adımlar olduğunu belirten Kudret Özersay, “Eskiden sadece protesto ediyorduk, onlar da yollarına devam ediyordu. Kazı aşamasına kadar geldiler. Bir süre önce bir karar aldık ve Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte biz de sahaya indik, lisans verdik, sismik araştırma yaptık, bölgeleri belirledik, ilan ettik. Ardından da kazı yapma noktasına kadar geldik. Bunu çok yanlış lanse edip Kıbrıslı Rumlar ve Türkiye kazıyor diyorlar. Durum öyle değil. Kıbrıslı Rumlar birden fazla şirkete yetki verdiler. O şirketler Kıbrıslı Rumlar adına kazıyorlar. Bizde Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na yetki ve lisans verdik, kazılar bizim adımıza yapılıyor. Bunun dışında; Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi kıta sahanlığı içinde kendileri kazı yapıyor, o ayrı. Rumların bizim hakkımızı gasp etmeye yönelik hareketlerini sahada dengelediğimizi düşünüyorum. Bunun için artık Amerika’dan Kıbrıslı Türklerin, Rumların ve diğer aktörlerin işbirliği yapması için çağrı geliyor. Kıbrıs’ta bir durağanlık, bir statüko var. Bir türlü kırılamıyor. Bizi yarım asır çözüm üretmeyen bir müzakereye hapsettiler. Eğer taraflar arasında bir uzlaşmaya varılırsa; güven artırıcı önlem olarak Kapalı Maraş’ın paylaşılması, açılması gibi birçok fikirler paylaşıldı ama bir sonuca varılmadı. O da bir statükoya dönüştü. Dolayısıyla biz şöyle düşündük; bunu kırmamız gerekiyor. Eğer uluslararası toplum Rum tarafını harekete geçirmek, motive etmek için adım atmıyorsa, koz, kaldıraç kullanmıyorsa o zaman biz KKTC olarak Türkiye’yle birlikte bazı kozları devreye koymalıyız ki Rum tarafı kımıldasın. BM Barış Gücü’nün Kıbrıs’taki statüsünün artık sorgulanması, gerekirse görev yönergesinin değişmesi, asker sayısının azaltılması Ada’dan bir aşamada çıkması gibi politikayı devreye koyduk. Birleşmiş Milletler’de de bunu dile getirdik. Buna ihtiyaç olmadığı konusunda söylemler geliştirdik. Tüm bunlar Kıbrıs’taki statükonun devamını önlemeye dönük, Kıbrıs Rum tarafının konforlu durumunu biraz sarsacak adımlardır aslında. Çok önemlidir diye düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde Kıbrıslı Rumların gerçekten Kıbrıslı Türklerle birlikte bir şey yapması, işbirliğine dayalı olarak turizmde, ticarette başka alanlarda ilişki içine girmelerini zorlamamız gerekiyor. Doğu Akdeniz’de barışı ve istikrarı sağlayacak olan budur. Karşılıklı bağımlılık ilişkisi geliştirirsek taraflardan birinin diğerinin canını yakmaya dönük bir adım atması daha zor olur.” dedi.

“Statüko Kıbrıs Türk kimliğini tehlikeye atıyor”

Empati önemini vurgulayan Başbakan Yardımcısı, “Kendinizi karşı tarafın yerine koyarak düşündüğünüzde çok daha iyi anlarsınız.” dedi ve devam etti: “Eğer ben bugün Kıbrıs Türk tarafı adına şunu bilsem; KKTC Kıbrıs’ın tek tanınmış yasal hükümetidir. Kıbrıs Rum tarafı da tanınmamıştır. Avrupa Birliği hukuku kuzeyde geçerlidir, güneyde askıya alınmıştır. Tam üye KKTC’dir. Yunanistan AB dışına atılmış, Türkiye tam üye olmuştur. Farketsek ki; tüm bu doğalgaz kaynakları Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunmuştur. Ve sadece biz tek başımıza biz bunu çıkarabiliriz. Acaba biz bu şartlarda Kıbrıslı Rumlarla yönetimi ve zenginliği paylaşır mıyız? Federal bir ortaklık kurar mıyız? Çok zor… Dolayısıyla, Kıbrıslı Rumları sürekli suçlayarak bu sorunun çözümünü sağlayamayız. Mevcut şartlar devam ettiği, dünya Kıbrıslı Rumlara ‘siz Ada’nın tek yasal hükümetisiniz. Siz AB’nin tam üyesisiniz. İsterseniz Türkiye’nin de üyeliğini bloke edebilirsiniz. Kıbrıslı Türklerin hakkı olsa da bu doğalgazı tek başınıza çıkarabilirsiniz’ dediği sürece Rumlar Kıbrıs’ta bir çözüme yanaşmayacaklardır. Bundan doğal bir şey de olamaz. O yüzden eğer uluslararası toplum bu tavrı devam ettiriyorsa, çözüm konusunda samimi değiller demektir. Eğer koz kullanmayacak, adım atmayacaklarsa biz Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte kendi adımlarımızı atacağız, atmamız gerekir. Statüko Kıbrıslı Türkün kimliğini tehlikeye atan bir durağanlık yaratıyor. Bence kimliğimiz açısından da geleceğimiz açısından da bu ataleti kırmak zorundayız. Proaktif politikalar geliştirmek zorundayız.”

“Paradigma değişikliğine çok yakınız”
Başbakan Yardımcısı Özersay, atılan bu adımlardan sonra bir paradigma değişikliğine çok yakın olduklarını düşündüğünü ifade etti. 50 yılda Kıbrıs Rum tarafı hiçbir zaman federasyon dışında bir çözümü tartışmaya açmamışken artık Kıbrıs Rum liderinin de “daha farklı şeyler konuşabiliriz” diyor olmasını buna bir işaret olarak gösteren Özersay, Rum liderin bu ifadesinden yararlanarak Pandora’nın kutusunu açmak ve yerleşmiş kalıpların dışında başlıkları tartışmak gerektiğinin altını çizdi.

(BRT/MAIL)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir