Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Mustafa Şentop, katıldığı bir televizyon programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Enis Berberoğlu ile kararın sorulması üzerine Şentop, hukuki zeminden siyasi zemine çekilen tartışmalarda sürecin sağlıklı yürümediğini söyledi.
Siyasi değerlendirmelerin hukuki zemini kaybetmeden yapılmasının önemine işaret eden Şentop, dokunulmazlıkların 24 Haziran 2018 seçimlerinden önceki yasama döneminde kaldırıldığını hatırlattı.
Dokunulmazlıkların kaldırıldığı dönemde Anayasa Komisyonu Başkanı olduğunu anlatan Şentop, orada yapılan değerlendirmeler sırasında dokunulmazlıkların dönemlerle ilişkili olduğu yönünde görüş belirttiğini kaydetti.
Bu kararının Anayasa Komisyonunun raporunda da yer aldığının altını çizen Şentop “Yani 26. dönemin dokunulmazlığı ayrı bir dokunulmazlıktır, seçim olduktan sonra yeni bir dönem başladığında 27. dönemin dokunulmazlığı ayrı bir dokunulmazlıktır. Başka bir ifadeyle yeni bir seçim yeni bir dokunulmazlık kazandırır. Bu Anayasa Komisyonunun raporunda da var. Benim görüşüm bu şekildeydi. Yani Yargıtay kararını verdikten sonra görüşümü açıklamış değilim, ondan önce görüşümü zaten açıklamıştım. Yargıtay’ın yaptığı değerlendirme, 16. Ceza Dairesinin değerlendirmesinden farklıydı benim görüşüm. Bu görüşümü daha sonra da değiştirmedim” dedi.
“Kesin hüküm mahiyeti kazandıktan sonra herkes uymak zorunda”
Şentop, anayasa hukukçularının değerlendirmelerinin pek farklı olmadığını dile getirerek, “Ama anayasa hukukçusu olmayan başka hukukçu arkadaşların yorumlarında farklılıklar var” ifadelerini kullandı.
Yargıtay’ın kararının bir mahkeme kararı olduğunu ve bir süreçteki yargılamayı kesinleştirdiğini vurgulayan Şentop, bunun kesim hüküm ve bağlayıcı olduğunu söyledi.
Kim olursa olsun, “Ben mahkemeden farklı düşünüyorum” diyemeyeceğini belirten Şentop, “Şuna benzer bu durum: Birisiyle ilgili bir mahkumiyet kararı verildiyse hapis cezası diyelim, o şahıs ‘Ben de ceza hukukçusuyum, ben bu karara katılmıyorum, benim görüşüm farklı. Doktrinde farklı görüşlerim var benim, dolayısıyla ben içeri girmeyeceğim, cezamı çekmeyeceğim.’ demek gibi bir şeydir bu. Sonuç itibarıyla bir kararı eleştirebilirsiniz ama o karar kesin bir nitelik kazandıktan sonra, kesin hüküm mahiyeti kazandıktan sonra ona herkes uymak zorunda” dedi.
Anayasanın 84. maddesinin 2. fıkrasına göre kesin hükmün okunarak genel kurula bildirildiğini anlatan Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Burada ‘Niye hemen bildirilmedi, zaman geçti’ eleştirisi yapılabilir, yoksa ‘Niye bildirildi’ diye eleştiri yapılamaz. Çünkü anayasadaki hükmün gereğidir. Bireysel başvuruyla ilgili müracaatın sonuçlanmasını beklemek söz konusu değil, böyle bir şey yok. Niye değil? Tabii ki anayasa 1982’de hazırlanmış. Bu madde ile ilgili yapılmış değişiklik en son 1995’te yapılmış bir değişikliktir. Halbuki 2010 yılında bireysel başvuru yolu kabul edilmiştir. Dolayısıyla anayasanın bu konuda bir hükmü yok. Ondan sonra da anayasada ayrıca bunun beklenmesine dair de bir hüküm konulmamış. Dolayısıyla bireysel başvurunun sonucunun beklenmesi gerekmiyor. Ama neler beklenmiş daha önce buna dair, bu kadar uzun değil ama kısa süreli de olsa bekleme uygulamaları var. Nedir? Bu arkadaşlarımızın lehine olabilecek bazı kanun düzenlemeleri varsa yapılıyorsa yapılacaksa onların sonuca tesir edip etmeyeceği noktasında beklenir. Bu arada yargı paketiyle ilgili düzenlemeler vardı. Bunlardan istifade imkanı olabilir mi gibi bir düşünce vardı. Nitekim dosyası olan iki arkadaşımız bundan istifade etti. İstinafta kesinleşen dosyalar, Birinci Yargı Reformu Paketiyle beraber temyiz hakkı tanındığı için kesin hüküm olmaktan çıktığından bu dosyalar iade edildi. Daha sonraki süreçte infazla ilgili bir düzenleme vardı. Bunun kapsamı düşünüldü, tartışıldı, bunların sonuçlarının etki edip etmeyeceği noktasında bir bekleme oldu ama sonuçta bu tablo ortadan kalkınca bu sefer kesin hükmü okuma durumu ortaya çıktı. Kesin hükmün okunmasıyla beraber de neticede milletvekilliği sona erdi, bildirilmesiyle beraber.”
“Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır”
Anayasa Mahkemesinin başvurudan yaklaşık 21,5 ay sonra karar verdiğini belirten Şentop, şöyle konuştu:
“Anayasa Mahkemesi karar verdi, bununla ilgili olarak ihlal kararını verdi sonuçta. Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır. Bireysel başvuru kararları da bu anlamda bağlayıcıdır. Onun nasıl uygulanacağına dair de bireysel başvuruyla ilgili kararların, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleriyle ilgili bir kanun var. O kanunun 50. maddesinde düzenlenmiş bunlar. 50. maddenin birinci fıkrası, idari işlemlerle ilgili olarak bir hak ihlali varsa burada Anayasa Mahkemesi karar verirse nasıl verir diye bir düzenleme. 50. maddenin birinci fıkrasında. İkinci fıkrasında da açıkça söylüyor diyor ki ‘Eğer ihlal bir yargı kararından kaynaklanmışsa o zaman da şunlar yapılır’ diye onu düzenlemiş. Burada yargı kararından kaynaklanan bir ihlal olduğu kanaatinde Anayasa Mahkemesi. Dolayısıyla 50. maddenin birinci değil, ikinci fıkrasına göre bir yol kararını belirtmiş.”
Anayasa Mahkemesi kararının da usul ve süreç bakımından eleştirilebilecek yönleri olduğunun altını çizen Şentop, “Bu kadar uzun sürmesi kararın, ilk derece mahkemesine mi gönderilmeliydi tartışmaları yapılabilir ama sonuçta Anayasa Mahkemesinin kararı da aynı Yargıtayın kararı gibi bir karar ve bu karar da bağlayıcı bir karardır. Dolayısıyla bu karara gerek anayasa gerekse Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanuna göre muhatapların uyması gerekir. Bence ilgili mahkeme, hangi mahkeme ilgili ise muhatap ise bu karara uymalıdır. Anayasa Mahkemesinin kararına. Anayasa Mahkemesinin kararının yorumlanması, değerlendirilmesi veya değiştirilmesi, bozulması, iptali gibi bir müessese yok bizim hukuk sistemimizde” ifadelerini kullandı.
“Sürecin mevzuata uygun şekilde sonuca bağlanacağını düşünüyorum”
Mahkemeler zaman zaman yanlış kararlar verebileceği için istinaf ve temyiz yollarının hukuk sisteminde bulunduğuna işaret eden Şentop, bu sürecin mevzuata uygun şekilde bir sonuca bağlanacağını düşündüğünü dile getirdi.
Meclis bakımından genel kurula kesin hükmün bildirildiğini belirten Şentop, şöyle devam etti:
“Bir yargı kolu içinde ilk derece mahkemesinden istinaf mahkemesine, bölge adliye mahkemesine, oradan en üst merci olarak da Yargıtay’a kadar temyiz mahkemesine kadar devam eden bir süreç var. Bu süreç içerisindeki usullere göre bir karar son şeklini aldığı zaman buna kesin hüküm deniliyor. Mesela Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru bu anlamda kesin hükmü ortadan kaldıran, Anayasa Mahkemesinin kararı kesin hükmü doğrudan ortadan kaldıran bir karar değil. Çünkü o bu hiyerarşi içinde, sistem yargı kolu içinde bir mahkeme değil Anayasa Mahkemesi. O ayrı bir anayasa mahkemesi kolu diye ayrı bir yargı kolu içerisinde. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kararını kabaca ifade edecek olursak Yargıtay’ın kararı dikey etki ediyor, yani bozuyor önüne gelen dosyayla ilgili kararı ama Anayasa Mahkemesi kararı dikey etki etmiyor tabiri caizse yatay etki ediyor. Yine ilgili yargı kolu içerisindeki mahkemenin bu konuda başka bir karar vermesi lazım Anayasa Mahkemesi kararına göre. Ancak onun üzerine kesim hüküm ortadan kalktığı takdirde bu sefer milletvekilliği meselesi konusu tartışılabilir. Kesin hükmü ortadan kaldıran bir karara ihtiyaç var.”
“Beni eleştiren arkadaşlar bugüne kadar bir şey yapmadı”
TBMM Başkanı Şentop, bu meseleyle ilgili tartışma yapılırken herkesin kendisinin bu konuda ne yaptığına bakması gerektiğini vurgulayarak, şöyle konuştu:
“Bir kere Kasım 2018’de Meclis’e geliyor kesin hüküm. Kesin hüküm, 26. dönemde yani 2015’e kadarki dönemde geldikten sonra makul bir süre içerisinde Meclis’te okunmuş, biliniyor. 10 civarında kesin hüküm okunmuş. Bu biliniyor. Bununla ilgili yapılacak bir şey var mıydı? En önemli şey şu olabilir: Bir anayasa değişikliği yapılarak anayasaya kesin hükmün okunmasıyla ilgili düzenlemeye, ‘Bireysel başvuru söz konusuysa bireysel başvurunun sonucu beklenebilir.’ diye bir hüküm konulabilir. Bununla ilgili bakıyoruz herhangi bir arkadaşımız, bugün beni eleştiren arkadaşlar bakımından bilhassa söylüyorum, bir şey yapmış mı teklif verilmiş mi? Yok. Denebilir ki ‘Anayasa değişikliği teklifi vermek için sayı lazım o sayıyı bulamayız yoktur.’ Şunu soruyorum o zaman, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanun var. Bu kanunda bireysel başvuruyla ilgili bazı düzenlemeler var. Mesela ihtiyati tedbir düzenlemesi var. Anayasa Mahkemesi gerekirse dosya geldiğinde bir ihtiyati tedbir verir ve sonuçlarını beklemeye alabilir. 6 süreyle yapabiliyor bunu. Bunun gibi bazı düzenlemeler var. Buraya süreyle ilgili bir düzenleme teklifi verilebilirdi, bir kanun teklifi de olabilecek bir şeydir bu. Ne verilebilirdi? Denebilirdi ki ‘Milletvekilliğinin kesin hüküm sebebiyle düşmesi söz konusu olan hallerde Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru müracaatını 2 ay içinde, 3 ay içinde sonuçlandırır gibi bir hüküm konulabilirdi o zaman da bunu beklemenin, bekletmenin bireysel başvuru sebebiyle bekletmenin makul bir gerekçesi, hukuki gerekçesi ortaya çıkardı. Bunlar yapılmamış bugüne kadar kimse bunu yapmamış. Ben bireysel başvurudan sonra böyle bir boşluk olduğunu düşünüyorum.”
“Siyasi parti genel başkanıyla polemik yapmak istemem”
TBMM Başkanı Şentop, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu süreçte kendisine yönelttiği eleştirilere de şöyle yanıt verdi:
“Siyasi parti genel başkanıyla polemik yapmak istemem. Ben de soruyorum, ben Meclis Başkanıyım, milletvekilleriyle ilgili bana muhatap alarak bunu söylüyorlar. Kendi partisinin milletvekiliyle ilgili ne yapmışlar bugüne kadar? İki yol önerdim hukuki bir tartışma olarak. Bu konuda bir adım atılabilir miydi? Atılabilirdi. Ama bu adımı atabilmek için sorumluluk sahibi olarak hissetmek ve bununla ilgili kafa yormak, konuşmak, hukukçularla tartışmak gerekir. Yapılmış mı? Yapılmamış. Beklenen şudur: Meclis Başkanı işin bütün sorumluluğunu üzerine alsın, anayasadaki bir hükmün işlevsizleştirecek kadar uygulamasını ortadan kaldıracak kadar bir süre sorumluluk alıp bunu bekletsin diye bütün yükü hem hukuki hem siyasi sorumluluğu Meclis Başkanına yıkarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar. Böyle bir şey olamaz. Bugüne kadar bu konuda atılabilecek hukuki adımlar vardı ve bakın anayasa hukukçularından hiç kimsenin bunu ‘Meclis Başkanı kesin hükmü bekletmek zorundadır.’ şeklinde bir şey söyleyebileceğini ben kabul etmiyorum. Varsa görmek isterim, açıkça yazılı bir metin olarak. Anayasadaki hüküm genel kurula bildirilir dedikten sonra bununla ilgili bugüne kadarki uygulamalara da baktığımızda genel kurula da bildirilmiş ve genel kurulda bu konudaki uygulama bugüne kadar da var. Bunun bir bireysel başvuru sebebiyle bekletildiğine dair hiçbir örnek olmadığı gibi buna dair bir iddiada bulunan kimse de yok. Ama beklesin diye bir yükü başkasının sırtına, omuzlarına yıkarak kenara çekilmek doğru bir tavır değildir. Üzerine düşeni araştırıp bulup buna teşebbüs eden, gerçekleşmeyebilir ama teşebbüs ettikten sonra başkasına bunu bildirebilirsiniz.”
Borçlar Hukukunda temel bir kural olduğunu, karşılıklı yapılan sözleşmelerde her iki tarafın da kendi edimini yerine getirmesinin beklendiğini anlatan Şentop, şunları söyledi:
“Burada kendileri hiçbir şey yapmayan, kendi üzerlerine düşen görevlerin ne olduğunu bile bilmeyen insanların kalkıp, ‘Hayır Meclis Başkanı her şeyi yapsın, bütün sorumluluğu Meclis Başkanı üstlensin.’ demesini ben çok garip, lüzumsuz, gereksiz bir yaklaşım olarak görüyorum. Orada başka ifadeler de var. Acziyet de ifade ediyor. ‘Bu kadar aciz Meclis Başkanı görülmemiştir.’ diyor. Bu siyasi bir itirazdır. Ben de ona derim ki Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’in en önemli tartışmalarının olduğu bir süreçte, kapalı Maraş ile ilgili sorulan soru karşısında bir siyasetçinin herhalde tarih boyunca bu kadar acziyet içerisinde kaldığını hiç kimse görmemiştir.”
Enis Berberoğlu ile kararın sorulması üzerine Şentop, hukuki zeminden siyasi zemine çekilen tartışmalarda sürecin sağlıklı yürümediğini söyledi.
Siyasi değerlendirmelerin hukuki zemini kaybetmeden yapılmasının önemine işaret eden Şentop, dokunulmazlıkların 24 Haziran 2018 seçimlerinden önceki yasama döneminde kaldırıldığını hatırlattı.
Dokunulmazlıkların kaldırıldığı dönemde Anayasa Komisyonu Başkanı olduğunu anlatan Şentop, orada yapılan değerlendirmeler sırasında dokunulmazlıkların dönemlerle ilişkili olduğu yönünde görüş belirttiğini kaydetti.
Bu kararının Anayasa Komisyonunun raporunda da yer aldığının altını çizen Şentop “Yani 26. dönemin dokunulmazlığı ayrı bir dokunulmazlıktır, seçim olduktan sonra yeni bir dönem başladığında 27. dönemin dokunulmazlığı ayrı bir dokunulmazlıktır. Başka bir ifadeyle yeni bir seçim yeni bir dokunulmazlık kazandırır. Bu Anayasa Komisyonunun raporunda da var. Benim görüşüm bu şekildeydi. Yani Yargıtay kararını verdikten sonra görüşümü açıklamış değilim, ondan önce görüşümü zaten açıklamıştım. Yargıtay’ın yaptığı değerlendirme, 16. Ceza Dairesinin değerlendirmesinden farklıydı benim görüşüm. Bu görüşümü daha sonra da değiştirmedim” dedi.
“Kesin hüküm mahiyeti kazandıktan sonra herkes uymak zorunda”
Şentop, anayasa hukukçularının değerlendirmelerinin pek farklı olmadığını dile getirerek, “Ama anayasa hukukçusu olmayan başka hukukçu arkadaşların yorumlarında farklılıklar var” ifadelerini kullandı.
Yargıtay’ın kararının bir mahkeme kararı olduğunu ve bir süreçteki yargılamayı kesinleştirdiğini vurgulayan Şentop, bunun kesim hüküm ve bağlayıcı olduğunu söyledi.
Kim olursa olsun, “Ben mahkemeden farklı düşünüyorum” diyemeyeceğini belirten Şentop, “Şuna benzer bu durum: Birisiyle ilgili bir mahkumiyet kararı verildiyse hapis cezası diyelim, o şahıs ‘Ben de ceza hukukçusuyum, ben bu karara katılmıyorum, benim görüşüm farklı. Doktrinde farklı görüşlerim var benim, dolayısıyla ben içeri girmeyeceğim, cezamı çekmeyeceğim.’ demek gibi bir şeydir bu. Sonuç itibarıyla bir kararı eleştirebilirsiniz ama o karar kesin bir nitelik kazandıktan sonra, kesin hüküm mahiyeti kazandıktan sonra ona herkes uymak zorunda” dedi.
Anayasanın 84. maddesinin 2. fıkrasına göre kesin hükmün okunarak genel kurula bildirildiğini anlatan Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Burada ‘Niye hemen bildirilmedi, zaman geçti’ eleştirisi yapılabilir, yoksa ‘Niye bildirildi’ diye eleştiri yapılamaz. Çünkü anayasadaki hükmün gereğidir. Bireysel başvuruyla ilgili müracaatın sonuçlanmasını beklemek söz konusu değil, böyle bir şey yok. Niye değil? Tabii ki anayasa 1982’de hazırlanmış. Bu madde ile ilgili yapılmış değişiklik en son 1995’te yapılmış bir değişikliktir. Halbuki 2010 yılında bireysel başvuru yolu kabul edilmiştir. Dolayısıyla anayasanın bu konuda bir hükmü yok. Ondan sonra da anayasada ayrıca bunun beklenmesine dair de bir hüküm konulmamış. Dolayısıyla bireysel başvurunun sonucunun beklenmesi gerekmiyor. Ama neler beklenmiş daha önce buna dair, bu kadar uzun değil ama kısa süreli de olsa bekleme uygulamaları var. Nedir? Bu arkadaşlarımızın lehine olabilecek bazı kanun düzenlemeleri varsa yapılıyorsa yapılacaksa onların sonuca tesir edip etmeyeceği noktasında beklenir. Bu arada yargı paketiyle ilgili düzenlemeler vardı. Bunlardan istifade imkanı olabilir mi gibi bir düşünce vardı. Nitekim dosyası olan iki arkadaşımız bundan istifade etti. İstinafta kesinleşen dosyalar, Birinci Yargı Reformu Paketiyle beraber temyiz hakkı tanındığı için kesin hüküm olmaktan çıktığından bu dosyalar iade edildi. Daha sonraki süreçte infazla ilgili bir düzenleme vardı. Bunun kapsamı düşünüldü, tartışıldı, bunların sonuçlarının etki edip etmeyeceği noktasında bir bekleme oldu ama sonuçta bu tablo ortadan kalkınca bu sefer kesin hükmü okuma durumu ortaya çıktı. Kesin hükmün okunmasıyla beraber de neticede milletvekilliği sona erdi, bildirilmesiyle beraber.”
“Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır”
Anayasa Mahkemesinin başvurudan yaklaşık 21,5 ay sonra karar verdiğini belirten Şentop, şöyle konuştu:
“Anayasa Mahkemesi karar verdi, bununla ilgili olarak ihlal kararını verdi sonuçta. Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcıdır. Bireysel başvuru kararları da bu anlamda bağlayıcıdır. Onun nasıl uygulanacağına dair de bireysel başvuruyla ilgili kararların, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleriyle ilgili bir kanun var. O kanunun 50. maddesinde düzenlenmiş bunlar. 50. maddenin birinci fıkrası, idari işlemlerle ilgili olarak bir hak ihlali varsa burada Anayasa Mahkemesi karar verirse nasıl verir diye bir düzenleme. 50. maddenin birinci fıkrasında. İkinci fıkrasında da açıkça söylüyor diyor ki ‘Eğer ihlal bir yargı kararından kaynaklanmışsa o zaman da şunlar yapılır’ diye onu düzenlemiş. Burada yargı kararından kaynaklanan bir ihlal olduğu kanaatinde Anayasa Mahkemesi. Dolayısıyla 50. maddenin birinci değil, ikinci fıkrasına göre bir yol kararını belirtmiş.”
Anayasa Mahkemesi kararının da usul ve süreç bakımından eleştirilebilecek yönleri olduğunun altını çizen Şentop, “Bu kadar uzun sürmesi kararın, ilk derece mahkemesine mi gönderilmeliydi tartışmaları yapılabilir ama sonuçta Anayasa Mahkemesinin kararı da aynı Yargıtayın kararı gibi bir karar ve bu karar da bağlayıcı bir karardır. Dolayısıyla bu karara gerek anayasa gerekse Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanuna göre muhatapların uyması gerekir. Bence ilgili mahkeme, hangi mahkeme ilgili ise muhatap ise bu karara uymalıdır. Anayasa Mahkemesinin kararına. Anayasa Mahkemesinin kararının yorumlanması, değerlendirilmesi veya değiştirilmesi, bozulması, iptali gibi bir müessese yok bizim hukuk sistemimizde” ifadelerini kullandı.
“Sürecin mevzuata uygun şekilde sonuca bağlanacağını düşünüyorum”
Mahkemeler zaman zaman yanlış kararlar verebileceği için istinaf ve temyiz yollarının hukuk sisteminde bulunduğuna işaret eden Şentop, bu sürecin mevzuata uygun şekilde bir sonuca bağlanacağını düşündüğünü dile getirdi.
Meclis bakımından genel kurula kesin hükmün bildirildiğini belirten Şentop, şöyle devam etti:
“Bir yargı kolu içinde ilk derece mahkemesinden istinaf mahkemesine, bölge adliye mahkemesine, oradan en üst merci olarak da Yargıtay’a kadar temyiz mahkemesine kadar devam eden bir süreç var. Bu süreç içerisindeki usullere göre bir karar son şeklini aldığı zaman buna kesin hüküm deniliyor. Mesela Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru bu anlamda kesin hükmü ortadan kaldıran, Anayasa Mahkemesinin kararı kesin hükmü doğrudan ortadan kaldıran bir karar değil. Çünkü o bu hiyerarşi içinde, sistem yargı kolu içinde bir mahkeme değil Anayasa Mahkemesi. O ayrı bir anayasa mahkemesi kolu diye ayrı bir yargı kolu içerisinde. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi kararını kabaca ifade edecek olursak Yargıtay’ın kararı dikey etki ediyor, yani bozuyor önüne gelen dosyayla ilgili kararı ama Anayasa Mahkemesi kararı dikey etki etmiyor tabiri caizse yatay etki ediyor. Yine ilgili yargı kolu içerisindeki mahkemenin bu konuda başka bir karar vermesi lazım Anayasa Mahkemesi kararına göre. Ancak onun üzerine kesim hüküm ortadan kalktığı takdirde bu sefer milletvekilliği meselesi konusu tartışılabilir. Kesin hükmü ortadan kaldıran bir karara ihtiyaç var.”
“Beni eleştiren arkadaşlar bugüne kadar bir şey yapmadı”
TBMM Başkanı Şentop, bu meseleyle ilgili tartışma yapılırken herkesin kendisinin bu konuda ne yaptığına bakması gerektiğini vurgulayarak, şöyle konuştu:
“Bir kere Kasım 2018’de Meclis’e geliyor kesin hüküm. Kesin hüküm, 26. dönemde yani 2015’e kadarki dönemde geldikten sonra makul bir süre içerisinde Meclis’te okunmuş, biliniyor. 10 civarında kesin hüküm okunmuş. Bu biliniyor. Bununla ilgili yapılacak bir şey var mıydı? En önemli şey şu olabilir: Bir anayasa değişikliği yapılarak anayasaya kesin hükmün okunmasıyla ilgili düzenlemeye, ‘Bireysel başvuru söz konusuysa bireysel başvurunun sonucu beklenebilir.’ diye bir hüküm konulabilir. Bununla ilgili bakıyoruz herhangi bir arkadaşımız, bugün beni eleştiren arkadaşlar bakımından bilhassa söylüyorum, bir şey yapmış mı teklif verilmiş mi? Yok. Denebilir ki ‘Anayasa değişikliği teklifi vermek için sayı lazım o sayıyı bulamayız yoktur.’ Şunu soruyorum o zaman, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanun var. Bu kanunda bireysel başvuruyla ilgili bazı düzenlemeler var. Mesela ihtiyati tedbir düzenlemesi var. Anayasa Mahkemesi gerekirse dosya geldiğinde bir ihtiyati tedbir verir ve sonuçlarını beklemeye alabilir. 6 süreyle yapabiliyor bunu. Bunun gibi bazı düzenlemeler var. Buraya süreyle ilgili bir düzenleme teklifi verilebilirdi, bir kanun teklifi de olabilecek bir şeydir bu. Ne verilebilirdi? Denebilirdi ki ‘Milletvekilliğinin kesin hüküm sebebiyle düşmesi söz konusu olan hallerde Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru müracaatını 2 ay içinde, 3 ay içinde sonuçlandırır gibi bir hüküm konulabilirdi o zaman da bunu beklemenin, bekletmenin bireysel başvuru sebebiyle bekletmenin makul bir gerekçesi, hukuki gerekçesi ortaya çıkardı. Bunlar yapılmamış bugüne kadar kimse bunu yapmamış. Ben bireysel başvurudan sonra böyle bir boşluk olduğunu düşünüyorum.”
“Siyasi parti genel başkanıyla polemik yapmak istemem”
TBMM Başkanı Şentop, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu süreçte kendisine yönelttiği eleştirilere de şöyle yanıt verdi:
“Siyasi parti genel başkanıyla polemik yapmak istemem. Ben de soruyorum, ben Meclis Başkanıyım, milletvekilleriyle ilgili bana muhatap alarak bunu söylüyorlar. Kendi partisinin milletvekiliyle ilgili ne yapmışlar bugüne kadar? İki yol önerdim hukuki bir tartışma olarak. Bu konuda bir adım atılabilir miydi? Atılabilirdi. Ama bu adımı atabilmek için sorumluluk sahibi olarak hissetmek ve bununla ilgili kafa yormak, konuşmak, hukukçularla tartışmak gerekir. Yapılmış mı? Yapılmamış. Beklenen şudur: Meclis Başkanı işin bütün sorumluluğunu üzerine alsın, anayasadaki bir hükmün işlevsizleştirecek kadar uygulamasını ortadan kaldıracak kadar bir süre sorumluluk alıp bunu bekletsin diye bütün yükü hem hukuki hem siyasi sorumluluğu Meclis Başkanına yıkarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar. Böyle bir şey olamaz. Bugüne kadar bu konuda atılabilecek hukuki adımlar vardı ve bakın anayasa hukukçularından hiç kimsenin bunu ‘Meclis Başkanı kesin hükmü bekletmek zorundadır.’ şeklinde bir şey söyleyebileceğini ben kabul etmiyorum. Varsa görmek isterim, açıkça yazılı bir metin olarak. Anayasadaki hüküm genel kurula bildirilir dedikten sonra bununla ilgili bugüne kadarki uygulamalara da baktığımızda genel kurula da bildirilmiş ve genel kurulda bu konudaki uygulama bugüne kadar da var. Bunun bir bireysel başvuru sebebiyle bekletildiğine dair hiçbir örnek olmadığı gibi buna dair bir iddiada bulunan kimse de yok. Ama beklesin diye bir yükü başkasının sırtına, omuzlarına yıkarak kenara çekilmek doğru bir tavır değildir. Üzerine düşeni araştırıp bulup buna teşebbüs eden, gerçekleşmeyebilir ama teşebbüs ettikten sonra başkasına bunu bildirebilirsiniz.”
Borçlar Hukukunda temel bir kural olduğunu, karşılıklı yapılan sözleşmelerde her iki tarafın da kendi edimini yerine getirmesinin beklendiğini anlatan Şentop, şunları söyledi:
“Burada kendileri hiçbir şey yapmayan, kendi üzerlerine düşen görevlerin ne olduğunu bile bilmeyen insanların kalkıp, ‘Hayır Meclis Başkanı her şeyi yapsın, bütün sorumluluğu Meclis Başkanı üstlensin.’ demesini ben çok garip, lüzumsuz, gereksiz bir yaklaşım olarak görüyorum. Orada başka ifadeler de var. Acziyet de ifade ediyor. ‘Bu kadar aciz Meclis Başkanı görülmemiştir.’ diyor. Bu siyasi bir itirazdır. Ben de ona derim ki Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’in en önemli tartışmalarının olduğu bir süreçte, kapalı Maraş ile ilgili sorulan soru karşısında bir siyasetçinin herhalde tarih boyunca bu kadar acziyet içerisinde kaldığını hiç kimse görmemiştir.”
“Azerbaycan’da kendimizi misafir olarak değil, evimizde olarak görüyoruz”
Şentop, Azerbaycan’a yaptığı ziyarete değinerek, ziyareti özellikle Azerbaycan’ın bağımsızlık günü olan 18 Ekim’e denk getirdiklerini belirtti.
Ermenistan’ın saldırılarının ardından Azerbaycan’a ziyaretlerinin ayrı bir anlam kazandığını aktaran Şentop, “Gitmeyi planlıyorduk, saldırıların ardından elzem hale geldi. 27 Eylül’de saldırılar başlayınca Meclisteki 4 siyasi partimiz de Ermenistan’ı kınayan ve Azerbaycan’ı destekleyen bir açıklama yayınladılar. Biz de bu gezimize giderken bu 4 partiden oluşan bir heyetle beraber TBMM’nin desteğini çok açık ve net olarak birlikte ifade ettik. Bu çok büyük bir sevinç ve ilgi ile karşılandı. Zaten Azerbaycan’a her gidişimizde bu sevgi ve ilgiyi görüyoruz. Azerbaycan’da kendimizi misafir olarak değil, evimizde olarak görüyoruz. Karşılaştığımız ilgi, alaka da bunun bir göstergesiydi” diye konuştu.
Azerbaycan ve bölgenin zor bir dönemden geçtiğine işaret eden Şentop, “Başta Sayın Cumhurbaşkanı İlham Aliyev olmak üzere Azerbaycan’daki birçok yetkiliyle görüştük heyet olarak. Çok yüksek moralli ve kararlı gördüm kendilerini süreçle ilgili olarak ve bundan büyük bir memnuniyet duyduk. Özellikle sivil saldırılar nedeniyle yaşanan üzüntüleri paylaştığımızı ifade ettik” değerlendirmesinde bulundu.
Şentop, Azerbaycan’ın dost ve kardeş ülke olduğunu vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye bu dostluk ve kardeşlikten dolayı Azerbaycan’ın yanında yer aldığını ifade ediyor. Ancak tek sebep dostluk kardeşlik değil, Azerbaycan’ın davasında haklı olduğuna inanıyoruz Türkiye olarak. Dağlık Karabağ bölgesi tarih boyunca Ermenistan’a bağlı bir yer olmamış, siyasi olarak Azerbaycan’a bağlı bir toprak parçası olmuş. Tarihen bu bölge Azerbaycan’a ait bir vatan toprağı. Uluslararası hukuk bakımından da Ermenistan işgalleri söz konusu olduğunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin aldığı 4 kararda da Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarında işgalci olduğu ve işgal ettiği toprakları terk etmesine dair çok açık ifadeler var. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve AGİT kararlarında da var. Sadece Türkiye Azerbaycan’ı haklı görmüyor. Uluslararası kuruluşlar da Azerbaycan’ın haklı olduğunu görüyor. Bu kuruluşlar 5 daimi üyenin kendisine yakın hissettiği ülkeleri korumak için kullandığı mekanizmalara dönüşmüştür. Mesela İsrail ile ilgili BM’nin aldığı kararlara İsrail uymadığı gibi hiç kimse de ‘zorlayalım da uysun’ dememiş. Aynı şeklide Ermenistan ile ilgili alınan kararlara da uyulmamıştır.”
“Bölge bir ateş çemberine çevrilmeye çalışılıyor”
Cenevre Sözleşmesine göre, sivillere yapılan saldırıların bir insanlık suçu olduğuna vurgu yapan Şentop, şunları kaydetti:
“İşte bu da Türkiye’nin desteklemesini bir başka nedenidir. Artık Ermenistan bu anlamda sadece Azerbaycan için bir tehdit olmaktan çıkmış Kafkaslarda bölge barışı için bölgesel hatta küresel bir tehdide dönüşmüştür. Sivilleri açıkça hedef alan bir ülke. Sivillerin doğrudan hedef alınması bütün savaş hukukuyla ilgili belgelerde yasaklanmış. Bunu niçin yapıyor Ermenistan? Benzer saldırıların Azerbaycan tarafından kendi topraklarına yapılmasını arzu ediyor, tahrik ediyor. Böyle olduğunda ne olacak? Rusya ile bir anlaşma var, o anlaşma ile Rusya’yı da savaşın içine çekmeye çalışıyor. Azerbaycan’a yapılan bu saldırıların, Nahçıvan’a bir saldırı yapıldı dolayısıyla Türkiye’yi de bu işin içine çekmeye çalışıyor. Böylece bölge bir ateş çemberine çevrilmeye çalışılıyor. O nedenle sadece Azerbaycan için değil, bölge için de bir risk ve tehdit haline dönüşmüştür. Bu bakımdan Cenevre Sözleşmesi’ne, Roma Şartı’na, Birleşmiş Milletler Şartı’na imza atan uluslararası toplumun, burada iki yüzlü ve çifte standartlı davranmaktan vazgeçmeleri ve dünyanın gözü önündeki bu gerçekleri görüp, buna göre adım atmaları gerekir. Bırakın sivillere yapılan saldırılara tepki göstermeyi el altından Ermenistan’ı desteklediğine dair özellikle sorunun çözümü için kurulmuş olan Minsk grubunun başkanı durumundaki ülkelerin Ermenistan’a silah yardımı yaptığını görüyoruz. Yardım diyorum çünkü Ermenistan’ın ekonomik gücü silah almaya müsait değil, bunlar ancak karşılıksız. Azerbaycan yavaş yavaş bunları dünya kamuoyunun gözleri önüne serecek. Bazı silahların menşeleriyle ilgili imal tarihleriyle ilgili ellerinde çok net bilgiler var.”
Şentop, farklı ülkelerin pasaportlarıyla gelip, Dağlık Karabağ’da Azerbaycan’a karşı savaşanlar da olduğunu aktararak, bunların en kısa zamanda Azerbaycan tarafından dünya kamuoyuna gösterileceğini söyledi.
Azerbaycan’ın zor olsa da haklı olduğu için sonuç alacağına ve başarılı olacağına inandığını dile getiren Şentop, “Türkiye hem haklı bir davanın hem bölgesel bir tehdidin önüne geçilmesi için de kardeş ülke Azerbaycan’ın yanında yer alıyor. Biz de bunu burada söylüyoruz ama Gence’de Azerbaycan topraklarında da ifade edelim diye gittik. Bütün partilerden gelen arkadaşlara teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı.
TRT