AB Komisyonu, Jean Claude Juncker liderliğinde 2014-2019 dönemini çalkantılı geçirirken, İngiltere gibi bir devi de kaybederek Birlik içerisinde ilk kez dağılma senaryolarının gündeme gelmesine neden oldu.
Oysa yakın tarihe kadar AB; dünyada refahın, uzlaşının, barışın ve demokrasinin sembolü; Birlik içerisinde yer almak ise ayrıcalıklı bir konum olarak görülüyordu.
Öyle ki Avrupa Birliği 2012 yılında Nobel Barış Ödülü ile taltif edilmişti.
“Nobel, AB’ye nazar değdirdi” dedirtecek hızlı düşüş, kısa süre içerisinde Birliği zayıflattı ve AB’nin eski etkisini yitirmesine yol açtı. Terör olayları, sığınmacı akını, 2008’de başlayan küresel ekonomik kriz ve yansımaları, aşırı sağ akımların yükselişi, üye ülkelerin iç siyasetlerinde yaşanan gel-gitler gibi birçok gelişme, Avrupa Birliği’nin zayıflaması için neden sayılabilir.
Donald Tusk’ın Konsey Başkanı, Juncker’in de Komisyon Başkanı olduğu 2014-2019 döneminde AB için en büyük kayıp ise hiç kuşkusuz kıtanın en büyük ülkelerinden İngiltere’nin, kendi iç siyasetinden kaynaklanan nedenlerden dolayı Avrupa Birliği’nden ayrılması oldu.
Brexit adı verilen süreç anlaşma olduğu halde İngiliz parlamentosundan onay alamadığı için bir yıldır tamamlanamasa da, bu ülkenin, belirlenen 31 Ocak 2020 veya sonrasındaki yakın bir tarihte Birlik’ten ayrılacağına kesin gözü ile bakılıyor. İngiltere, zaten Avrupa Birliği Komisyonu’na üye göndermeyerek, fiilen Birlik’ten ayrıldığını deklare etmişti.
Yeni Komisyon’da Fransa-Almanya çekişmesi
AB’nin Juncker-Tusk ikilisi döneminde yaşadığı zorlu sınama, yeni dönem Komisyonu’nun seçimine de taşındı. Komisyon’un 1 Kasım’da göreve başlaması gerekiyordu ancak Fransa, Macaristan ve Romanya’nın gösterdiği komisyon üyesi adaylar, çeşitli gerekçeler ile alt komisyondaki oylamalarda reddedildi.
Bu ülkeler yeni adaylar gönderdikten sonra kasım sonunda komisyon oluşturulabildi.
Her ülkeye bir bakanlığın verildiği yeni Komisyon’un kurulabilmesi için doğu-batı, sağ-sol, kadın-erkek, etkili-az etkili portfolyo gibi birçok denge kurulmaya çalışıldı ve memnuniyetsiz ülkeleri ikna için başkan yardımcılıklarının sayısı artırıldı. Özellikle doğu bloku ülkelerinin görece daha zayıf olan portfolyolarına “başkan yardımcılığı” sosu verilerek muhtemel krize set çekilmiş oldu.
AB’nin henüz yürütme organı üyelerini belirlerken dahi yaşadığı zorluklar, 2019-2024 döneminin de krizler ile geçirileceğine işaret ediyor.
Aralık 2019 itibarı ile göreve başlayan Komisyon’un Fransa ve Almanya etkisinde oluşturulduğunu söylemek mümkün. Başkan Ursula van der Loyen, Almanya Başbakanı Merkel kabinesinde Savunma Bakanı olarak görev yapıyordu. Buna karşılık AB Konseyi Başkanı seçilen eski Belçika Başbakanı Charles Michel ise ülkenin Fransızca konuşulan Valon bölgesinden. Komisyonu birlikte dizayn eden Avrupa’nın güçlü “duo”sunun aynı uyumu 2024 yılına kadar sürdürebilmesi ise pek mümkün görülmüyor.
Birlik’te dengeler değişti
İngiltere’nin son bir yıldır artık fiilen olmadığı Avrupa Birliği’nde aslında iki ülke yakın zamana kadar uyumlu bir ilişki yürütüyordu. AB’nin diğer güçlü aktörlerinden İtalya’da aşırı sağcı Matteo Salvini etkisi ile İtalya’nın Fransa ile olan gerginliği, Almanya ile Fransa’yı daha da yakınlaştırmıştı. Ancak Salvini hükümetten ayrıldıktan ve İtalya klasik AB çizgisine geri döndükten sonra Birlik’te dengeler değişti.
AB ana kadrosuna tekrar dahil olan İtalya, Libya’da BM tarafından kabul edilen Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) karşı General Halife Hafter’e destek veren ve Kuzey Makedonya-Arnavutluk ikilisinin AB katılım müzakerelerine başlamasını bloke eden Fransa’ya karşı Almanya’nın yanında yer aldı.
Almanya ve İtalya, Libya krizinde UMH’ye destek verirken, Arnavutluk ve Kuzey Makedonya ile AB üyelik müzakerelerine başlanmasını istiyordu.
İtalya’nın desteğini alan Almanya, böylelikle Fransa’nın kendisi açısından rahatsızlık veren adımlarını daha açık bir şekilde dile getirme cesareti göstermeye başladı. Son olarak “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” diyen Macron’a tepki göstererek; uluslararası alanda Fransa’y ı sürekli öne çıkarmak isteyen ama neredeyse her alanda başarısız olan Macron’a mesafeli durduğunu açıkça deklare etti.
ABD ve Türkiye’nin NATO’daki ağırlığı Macron’u öteden beri rahatsız ediyordu ve Fransız Başkan, bu rahatsızlığını AB ordusu gibi alternatif savunma paktlarını gündeme getirerek dile getiriyordu.
Sığınmacılar ve Türkiye’de bulunan yaklaşık 4 milyon göçmene yardımlar konusunda da Fransa’nın uzlaşmaz ve katı tutumunun aksine Almanya yeni yardımlar gönderilmesi ve Türkiye’nin yalnız bırakılmaması yönünde açıklamalar yaptı.
Ekonomik potansiyelini de kullanarak uluslararası siyasete ağırlığını koymaya çalışan Almanya, Fransa’nın politikalarına mahkum olmayacağını ve AB içerisinde lokomotif görevini bu ülkeye bırakmayacağını gösterdi.
Yeni dönemde AB içerisinde Almanya’nın daha agresif olması bekleniyor.
AB liderliğinde kilit ülkeler: İtalya ve İspanya
AB içerisinde Almanya ve Fransa’dan sonra gerek nüfus gerekse de ekonomik potansiyel olarak en güçlü ülkeler İtalya ve İspanya. Ancak bu ülkelerin AB içerisindeki etkinlikleri iç siyasetlerindeki şekillenme ile doğrudan orantılı olarak azalıp artabilecek.
İtalya’da Salvini şimdilik hükümetten ayrıldıysa da, muhtemel bir erken seçimde tek başına veya olası bir koalisyon hükümetinde baş aktör olarak iktidara gelebilecek düzeyde oy oranına ulaşabilir.
Bu durumda Salvini’li aşırı sağcı İtalyan hükümeti, AB içerisinde Batı Avrupa’dan daha fazla göçmen karşıtı Vişegrad Grubu (Polonya, Macaristan, Slovakya ve Çekya) ile birlikte hareket edecektir.
İspanya’da ise Katalonya sorunu ve diğer ayrılıkçı hareketlerin yakın zamanda ülkenin rahat bir nefes almasına izin vermeyeceği görülüyor. Üstelik son 4 yılda 4 seçime giden İspanya’da, 2015 yılından bu yana istikrarlı bir hükümet kuramadı.
10 Kasım seçimlerinden bu yana da henüz hükümet kurulabilmiş değil. Siyasi belirsizlikler nedeni ile İspanya’nın yakın zamanda AB içerisinde ağırlığını koyabilmesi zor görülüyor.
İçerideki problemlerini çözmüş İtalya ve İspanya’nın AB içerisinde alacağı pozisyon, AB’de Fransa ve Almanya’dan hangisinin liderlik rolüne soyunacağına doğrudan katkı sağlayacak.
Türkiye ile ilişkilerde canlanma zor ama daha kötüsü beklenmemeli
Von der Leyen liderliğindeki AB Komisyonu’ndan Türkiye ile üyelik müzakerelerinin yeniden canlandırılmasını beklemek mevcut konjoktörde mümkün görünmüyor.
Ancak yeni Komisyon’da ikili ilişkileri yönetmesi beklenen iki üye Dış İlişkiler Komiseri İspanyol Josep Borrell ve Genişlemeden Sorumlu Üye Macar Oliver Varhelyi’nin, selefleri Federica Mogherini ve Johannes Hahn’a göre önyargısız hareket edecekleri ve Türkiye’nin hassasiyetlerini anlamaya çalışacaklarını beklemek mümkün.
İki ülke ilişkilerini zehirleyen temel meseleler masada hala dursa da, Suriye ve göçmen konularının zaman içerisinde karşılıklı menfaatler doğrultusunda soğutularak ana sorun olmaktan çıkarılacağını beklemek en doğrusu. Buna karşılık AB üye leri olan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin doğrudan müdahalesi nedeni ile Doğu Akdeniz’deki yer altı kaynakları paylaşımının daha uzun bir süre ilişkilere zarar verme ihtimali var.
Kaynak: AA